İspat Yükü
İspat yükü HMK m.190 hükmünde düzenlenmiştir. Buna göre;
“(1)İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
(2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.”
Karşı ispat HMK m.191 hükmünde düzenlenmiştir. Buna göre;
“Diğer taraf, ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir. Karşı ispat faaliyeti için delil sunan taraf, ispat yükünü üzerine almış sayılmaz.”
Hüküm incelendiğinde iddiada bulunan kişi iddiaya konu vakıalar hakkında kendi lehine bir sonuç çıkarmak için ispat yükü altındadır. İspat yükü yalnızca iddia edilen hususlara ilişkindir.
Kanuni karine, sabit bir olay üzerinden henüz sabit olmayan bir olayın sonucunun kanun tarafından çıkarılmasıdır.
Karşı taraf da deliller elinde mevcutsa iddiada bulunan tarafın iddiaları hakkında delil sunabilir, bu durum ispat yükü altına girmesine sebebiyet vermez.
Taraflar, üzerinde serbest bir şekilde tasarruf edilebilen uyuşmazlıklarda ispat yükünün hangi tarafa ait olacağını ihtiva eden bir sözleşme yapabilirler.
Yargıtay Kararları
Hukuk Genel Kurulu 2017/926 E. , 2021/177 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk (Kapatılan 19. Hukuk) Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 22.07.2009 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkili şirket ile davalı arasında yapılan anlaşma uyarınca davalı tarafından muhtelif zamanlarda davacı şirkete kombi satışı yapıldığını, son dönemde satılan ürünlerin bedeline ilişkin olarak müvekkili şirket tarafından davalıya toplamda 31.310,00TL tutarında yedi adet çek teslim edildiğini, vadeli (ileri tarihli) olarak düzenlenen çeklerin müvekkili şirket tarafından zamanında ödenemeyeceğinin anlaşılması üzerine durumun davalı şirkete bildirilerek anılan çekler yerine erteleme çekleri düzenleyerek borcun daha uzun vadede ödenmesinin teklif edildiğini, davalı şirketin toplam çek bedeline uygulanacak vade farkıyla birlikte 33.200,00TL tutarında yeniden çek keşide edilerek kendilerine teslim edilmesi hâlinde mevcut çeklerin müvekkili şirkete iade edilebileceğini belirttiğini, davalının yeni düzenlenen üç adet çeki aldığı hâlde bedelsiz kalan eski yedi adet çeki bunların fabrikada olduğunu ve en kısa zamanda müvekkili şirkete iade edileceğini söyleyerek çekleri iade etmekten imtina ettiğini, davalı tarafın yedi adet çeki muhatap bankaya ibraz ederek çeklerin karşılıksız olduğu hususunu yazdırdığını, davalı şirketçe bedelsiz kalan yedi adet çekin icra yoluyla tahsili cihetine gidileceğinin bildirilmesi üzerine bu çek bedellerinin davalı şirkete ödenerek iade alındığını, davalı tarafından borcun ertelenmesi amacıyla verilen çeklerin de mükerrer tahsili cihetine gidildiğini, toplamda 33.200,00TL tutarında verilen üç adet çekin bedelsiz kaldığını ileri sürerek 30.04.2009 keşide tarihli, 8007832 nolu, 11.000,00TL, 30.05.2009 keşide tarihli, 8007833 nolu, 11.200,00TL, 30.06.2009 keşide tarihli, 8007834 nolu, 11.000,00TL bedelli çeklerden dolayı müvekkili şirketin borçlu olmadığının tespiti ile müvekkili tarafından davalıya ödenen çek bedelinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 06.07.2010 havale tarihli cevap dilekçesinde; taraflar arasındaki ticari ilişkinin eskiye dayandığını, davacı taraftan alınan ilk çeklerin ana bayi olan MTS firmasına ciro edildiğini, çeklerin ödeme zamanı geldiğinde davacı şirketin ekonomik krizde olduğunu belirterek çekleri başka çeklerle değiştirmeyi teklif ettiğini, müvekkili şirketin davacının teklifini kabul ettiğini, eski çeklerin tamamının tahsil edilmeden davacıya iade edildiğini, verilen üç yeni çekten 30.04.2009 tarihli ve 8007832 seri numaralı 11.000,00TL bedelli çekin tahsil edilemediğini, müvekkilinin elinde iken kaybolduğunu, 30.05.2009 tarihli ve 8007833 seri numaralı 11.200,00TL bedelli çekin ise müvekkili tarafından icra takibine konularak 18.08.2009 tarihinde tahsil edildiğini, 30.06.2009 tarihli 11.000,00TL bedelli çekin ise müvekkili şirket tarafından başka bir şirkete ciro edildiğini, bu şirketin de çeki vadesinden sonra tahsil edebildiğini, davacı tarafça da çeklerin ödendiği ileri sürüldüğüne göre menfi tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığını, alacak ya da istirdat davası açılması gerektiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 18.07.2013 tarihli ve 2009/470 E., 2013/324 K. sayılı kararı ile; önceden verilen yedi adet çekten altı adedinde davalının cirosunun bulunduğu, 31.12.2008 tarihli ve 4.140,00TL tutarındaki yedinci çekin ise bulunamadığı, yedi çekten altısının davacı tarafça banka şubesine iade edildiği, davalının altı adet çekin bedeli tahsil edilmeden iade edildiğini savunmakta ise de çeklerin davacının elinde olup, arkalarında davalının cirosunun bulunduğu, bu durumun çeklerin kullanıldığını gösterdiği, davacının elinde olmasının ödendiğine karine teşkil edeceği, çeklerin bedelinin tahsil edilmeden iade olunduğunu ispat yükünün karinenin aksini savunan davalıda olduğunu, aksinin yazılı delille ispatının gerektiği hâlde, yazılı delil ibraz edilmediği, bilirkişi raporunda da aynı yönde görüş bildirildiği, davalının yapılan tebligata rağmen ticari defter ve belgelerini ibraz etmediği gerekçesiyle; davanın kısmen kabulü ile; 30.04.2009 keşide tarihli, 11.000,00TL bedelli 8007832 nolu çekin 6.860,00TL’si yönünden davacının davalıya borçlu bulunmadığının tespitine, 30.05.2009 keşide tarihli 11.200,00TL bedelli 8007833 nolu çek nedeniyle davacının davalıya borçlu bulunmadığının tespitine, çek bedelinin ödenmiş olması nedeniyle 13.408,20TL’nin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, 30.06.2009 keşide tarihli 11.000,00TL bedelli 8007834 nolu çek nedeniyle davacının davalıya borçlu bulunmadığının tespitine, çek bedelinin ödenmesi nedeniyle 11.000,00TL’nin davalıdan alınıp davalıya verilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. (Kapatılan 19.) Hukuk Dairesince 17.02.2014 tarihli ve 2014/600 E., 2014/3014 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, davacının davalıya verdiği toplam 31.310,00 TL tutarında 7 adet çeki ödeyememesi nedeniyle bu çekler yerine davalıya toplam 33.200,00 TL tutarında 3 adet çek vererek borcun yeniden yapılandırıldığı ancak davalının buna rağmen eski çekleri davacıdan tahsil ettiği ve böylece bu borcun yeniden yapılandırılması için verilen yeni çeklerin bedelsiz kaldığı iddiasına dayalı menfi tespit davasıdır.
Taraflar arasında davacının toplam 31.310,00 TL tutarında 7 çekten kaynaklanan davacı borcunun zamanında ödenememesi üzerine tarafların anlaşarak borcu yeniden yapılandırdıkları ve yeniden yapılandırılan borcun ödenmesi için davacının davalıya toplam 33.200,00 TL tutarında 3 çek verdiği 7 adet eski çekin de davalı tarafından davacıya geri verildiği hususunda ihtilaf bulunmamaktadır.
Taraflar arasındaki çekişme, davacının davalıya 3 adet yeni çeki verdikten sonra 7 adet eski çeki bedelsiz olarak geri alıp almadığı noktasında toplanmaktadır.
Tarafların eski borcu yeniden yapılandırdıkları ve eski borcu ifade eden 7 adet çek yerine yeniden yapılandırılan borcu ifade eden 3 adet çek verilmesini kararlaştırdıkları anlaşıldığından taraflar arasında bu çeklerin değiştirildiği ve eski borcu ifade eden 7 adet çekin yeniden düzenlenen 3 adet çek karşılığında davalı tarafından davacıya iade edildiği hususunda bir karine bulunmaktadır.
Eski borcu ifade eden çekleri yeni borcu ifade eden çekler karşılığında değil de ayrıca para ödeyerek davalıdan aldığını iddia eden davacının mevcut karineye aykırı olan bu iddiasını ispat etmesi gerekir.
Mahkemece ispat külfetinin kime ait olduğu hususu yanlış değerlendirilerek yazılı şekilde karar verilmesi yerinde görülmemiştir…” gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 11.06.2015 tarihli ve 2015/224 E., 2015/357 K. sayılı kararı ile; dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 88. maddesinin ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 104/son maddesinde yer alan düzenlemeye uygun olarak Özel Dairenin yerleşmiş içtihatlarında çekin bir ödeme aracı olup borçlusuna iade edilmesi ve onun elinde bulunmasının borcun ödendiğine karine teşkil ettiği, bu karinenin aksinin çeklerin ödenmeden iade olduğunu iddia eden yanca kanıtlanmasının gerektiği hususunun vurgulandığı, benzer yönde Hukuk Genel Kurulu kararının da bulunduğu, davalı tarafça iade edilen yedi çekten altısında davalının cirosunun bulunduğu, bu durumun çeklerin kullanıldığını gösterdiği, öte yandan çeklerin davacının elinde olmasının da 818 sayılı BK’nın 88. maddesinin son cümlesi uyarınca ödendiğine karine teşkil ettiği, çeklerin bedelinin tahsil edilmeden iade olunduğunun ispat yükünün karinenin aksini ispatlamak durumunda olan davalıda olup ispatın yazılı delille yapılması gerektiği, bu konuda yazılı bir delil ibraz edilmediği gibi usulen gönderilen tebligata rağmen davalının ticari defter ve belgelerini de ibraz etmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların eski borcu yeniden yapılandırdıkları ve eski borcu ifade eden yedi adet çek yerine yeniden yapılandırılan borcu ifade eden üç adet çek verilmesini kararlaştırdıkları, davacı tarafça davacının yedi adet eski çeki bedelinin ödeyerek geri alındığının iddia edilmesine rağmen davalı tarafça çeklerin bedelsiz iade edildiğinin savunulduğu eldeki davada; çeklerin borçlusuna iade edilip borçlunun elinde bulunmasının borcun ödendiğine dair karine teşkil edip etmediği, karine teşkil ettiğinin kabulü hâlinde somut olay bakımından ispat yükünün davacı tarafta mı yoksa davalı tarafta mı olduğu noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “ispat yükü” başlıklı 6. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü tutulmuştur.
13. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “ispat yükü” başlıklı 190. maddesinin 1. fıkrasında yukarıdaki düzenlemeye paralel olarak ispat yükünün kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa ait olacağı belirtilmiştir. Her somut olaydaki maddi vakıaya göre lehine hak çıkaran taraf ve ispat yükü şekilleneceğinden, maddî hukuk kuralına ilişkin bu vakıaların doğru ve net bir şekilde belirlenerek ortaya konulması gerekmektedir. Maddede aksine düzenleme olmadıkça ibaresi eklendiğinden, kanunda ispat yükü ile ilgili özel bir düzenlemeye yer verildiğinde, ispat yükü genel kurala göre değil de kanunda belirtilen özel düzenlemeye göre belirlenecektir.
14. HMK’nın 190. maddesinin 2. fıkrasında karinenin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Karine; “belli bir (karine temelini oluşturan) vakıadan, belli olmayan diğer bir vakıa için çıkarılan sonuçtur”. Maddede; kanuni bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında olduğu belirtilmiş; kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı tarafın kanuni karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmiştir. Kanuni karine; “belli bir vakıadan, belli olmayan diğer bir vakıa için kanun tarafından çıkarılan sonuçtur.” Kanuni karineler de adi kanuni karine ve kesin kanuni karine olarak ikiye ayrılmaktadır. Adi kanuni karineler aksi ispat edilebilen karineler iken, kesin kanuni karinenin varlığı hâlinde karşı taraf bunun aksini ispat edemez (K., Baki: Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Ankara 2020, C.I, s 625 vd.). Eş söyleyişle; karinenin varlığı hâlinde ise, karineye dayanan taraf sadece karinenin temelini ispatla yükümlüdür. Kesin kanunî karineler dışında, karşı taraf karinenin aksini ispat edebilir. Karine söz konusu olduğunda, karşı ispat faaliyetinden değil, karine ile kabul edilen durumun aksini ispat etmek gerekir.
15. Kanuni karinelerin yanında bir de fiili (eylemli) karineler vardır. Eylemli karine denen yaşam deneyi kuralları, tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir kanıtın güvenebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanıya varmasına yarayan, yaşam deneylerinin ortaya koyduğu değer hükümleridir. Kanıt değerlendirme serbestîsinin yürüdüğü durumlarda bu değer hükümleri hâkim tarafından göz önünde tutulurlar. Bu yaşam deneyi kurallarının öğreti ve Yargıtay uygulamasına göre iki işlevi vardır. Birinci işlevi, hâkim gösterilmiş bulunan bir kanıtın güvenilebilirlik derecesini, yani ispat gücünü yaşam deneyi kuralları uyarınca belirler. İkinci işlevi ise şöyledir: Hâkim, hakkında kanıt gösterilmemiş bir olay iddiasının doğruluğunu, yaşam deneyi kurallarına dayanarak kabul edebilir ve bu durumda ispat yükü o olayın aksini ileri süren tarafa geçer (Güneren, A.: İcra ve İflas Hukuku’nda İstihkak Davaları, Ankara 2008, s. 694 vd).
16. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 72. maddesinde düzenlenen menfi tespit davası, davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukuki ilişkinin olmadığının tespiti için açılan davadır (Kuru, B.: İstinaf Sistemine Göre Hazırlanmış İcra ve İflas Hukuku, Ankara 2017, s. 136). Bu dava normal bir hukuk davası gibi açılır ve hem maddi hukuk hem de usul hukuku bakımından genel hükümlere tabidir. Menfi tespit davalarında ispat yükü, davacının iddiasının dayandığı nedenlerin niteliğine göre değişgenlik gösterir.
17. Uyuşmazlığın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken mülga 818 sayılı BK’nın 88. maddesi;
“Faizden veya icar bedeli gibi muayyen zamanlarda ödenmesi lazım gelen sair borçlardan ihtirazi bir kayıt dermeyan etmeksizin bir taksit için makbuz veren alacaklı ondan evvelki taksitleri de tahsil etmiş sayılır. Alacaklı resülmal için makbuz vermiş ise faizlerinide tahsil etmiş sayılır. Senet borçluya iade edildikte borç sakıt olmuş sayılır…” hükmünü haizdir. 6098 sayılı TBK’ nın 104. maddesi de aynı yönde düzenleme içermekte olup, anılan madde ile de borç senedi borçluya geri verilmişse, borcun sona ermiş sayılacağı belirtilmiştir. Görüldüğü üzere Kanun senedin borçluya geri verilmesine bazı sonuçlar bağlamıştır. BK’nın 88. maddesi uyarınca borç senedi borçluya geri verilmişse, borç sona ermiş sayılır. Burada senedin geri verilmesi borcun tamamen ifa edildiği konusunda kanunî bir karine oluşturur. Hemen belirtmek gerekir ki, burada olağan (adi) bir karine söz konusu olup, bunun aksi alacaklı tarafından her zaman ispat edilebilir. Alacaklı, senedi borç ifa edilmeden geri verdiğini, borçlunun eline iradesi dışında geçmiş olduğunu veya borçlu tarafından düzenlenmiş bulunduğunu ispat ederse, karine çürütülmüş, senedin borçlunun eline borç ifa edilmeden geçmiş olduğu ispatlanmış olur (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 23. Baskı, Ankara 2018, s. 1034).
18. Yine somut olaya uygulanması gereken mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 557. maddesinde kıymetli evrak “Kıymetli evrak öyle senetlerdir ki, bunlarda mündemiç olan hak senetten ayrı olarak dermeyan edilemediği gibi başkalarına da devredilemez.” şeklinde tanımlanmıştır. Kıymetli evrak olmasının yanında kambiyo senedi olan çek; Kanun’da öngörülen sıkı şekil şartlarına bağlı olarak düzenlenen, para borçlarını ödeme amacına özgülenmiş, yazılı ve soyut bir havaledir. BK’daki düzenlemeden farkı ise, düzenleyenin senette yazılı bedelin ödenmemesinden sorumlu olması ve bu sorumluluktan kurtulmayı senette şart edememesidir. Çek kanunen emre yazılıdır (nama veya hamiline de yazılabilir). Çek açıkça emre kaydını içermese bile ciro ve zilyetliğin geçirilmesi yoluyla devredilir. Çek düzenleyen muhataba belirli bir bedeli lehtara ödeme, lehtara da tahsil yetkisi veren bir kambiyo senedidir. Çek bir ödeme aracıdır. Ancak poliçe ve bonodaki gibi kredi işlevine haiz değildir. Çek bir ödeme aracı olduğundan çekte vade olmaz, ibraz süreleri Kanun’da olabildiğince kısa tutulmuştur. Çek muhatap bankaca görüldüğünde ödenir. (Poroy, R./ Tekinalp, Ü.: Kıymetli Evrak Hukuku Esasları, Ankara 2018, s.309 vd.). Ticari hayatta yaygın olarak ileri tarihli çek düzenlenerek çekin kredi veya teminat aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu kullanım şeklinin dahi çekin ödeme aracı olma özelliğini ortadan kaldıramayacağı unutulmamalıdır. Çek muhatap banka tarafından görüldüğünde meşru hamil olan kişiye nakden ödenir. Çekin muhatap bankaya ibrazı, çekin, ödenmesi için bankaya, dolayısıyla bankanın incelemesine sunulması, zilyetliğin geçici olarak bankaya bırakılmasıdır. Çekin bir takas odasına ibrazı da, ödeme için ibraz yerine geçer. Banka çekin karşılığının hesapta kısmen ya da tamamen bulunması hâlinde ödeme yapmakla yükümlüdür. Hesapta çek meblağı kısmen ya da tamamen bulunmadığında yapılan “karşılıksız” işlemi ise maddi bir olgunun tespitidir. Karşılıksızdır işlemi yetkili hamilin talepte bulunulması hâlinde bankaca gerçekleştirilir (Poroy/ Tekinalp- 379, 381). 6762 sayılı TTK’nın 730. maddesi uyarınca 621. maddede yer alan “Muhatap poliçeyi öderken hamil tarafından bir ibra şerhi yazılarak poliçenin kendisine verilmesini isteyebilir. Hamil kısmi ödemeyi reddedemez. Kısmi ödeme halinde muhatap bu ödemenin poliçe üzerine işaret edilmesini ve kendisine bir makbuz verilmesini isteyebilir.” kuralı çekler hakkında da uygulanır.
19. Her senedin düzenlenmesinin altında yatan bir neden/ilişki vardır. İlletten mücerret olan kambiyo senetleri “ifa amacıyla” ya da “ifa yerine” düzenlenebilir. İfa amacıyla düzenlendiğinde, taraflarca aksi kararlaştırılmadığı sürece asıl borç ilişkisi ortadan kalkmaz. Kambiyo senedinin bu iki nedenden hangisi için düzenlendiğinin açıkça belirtilmediği durumlarda, kambiyo senedinin ifa amacıyla düzenlendiği kabul edilir. Bir başka anlatımla, kambiyo senedinin mevcut asıl borç ilişkisinden doğan alacağın ifasını teminen, bu alacağın ifasının gerçekleştirilmesi uğruna düzenlenmesi esastır (Bozer, A./Göle, C.: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2018, s.68).
20. Burada hemen BK’nın 114. maddesi ile düzenleme altına alınan “tecdit-yenileme” kavramı ve şartları üzerinde durmakta yarar vardır. Yenileme, dar anlamda borcu sona erdiren sebeplerden biridir. Borcun yenilenmesi alacaklı ile borçlu arasında yapılacak bir sözleşme ile gerçekleşir. Bir borcun yerine yenisinin geçerek eski borcun sona erdirilmesi sözleşmesine yenileme sözleşmesi denir. Bu sözleşme tarafların önceki borç yerine yeni bir borcu geçirme iradelerinden oluşur. Borcun yenilenmesi için her şeyden önce taraflar arasında mevcut ve geçerli eski bir borç bulunması, borçlunun sözleşme ile yeni bir edim üstlenmesi (böylece yeni bir borcun doğması) ve tarafların eski borç yerine geçecek yeni bir borç kurma iradesine sahip olmaları gerekmektedir. Bahsedilen bu irade, yeni bir borç kurmak suretiyle eski borcu ortadan kaldırma, onu sona erdirme iradesidir. Borcun yenilenmesi karine olarak kabul edilemez. Yenileme, tarafların açık iradesine dayanmalıdır (Eren, 1293 vd.). Bu kuralı teyit eden BK’nın 114. maddesinin 2. fıkrasına (TBK m 133/2.) göre; mevcut borç için kambiyo taahhüdünde bulunulması veya yeni bir alacak senedi ya da yeni bir kefalet senedi düzenlenmesi, tarafların açık yenileme iradeleri olmadıkça yenileme sayılmaz. Buna karşılık, tarafların kambiyo taahhüdünde bulunmak suretiyle eski borcun (asıl borç ilişkisinin) sona erdiği ve yenilemenin olduğu hususunda anlaşmış olmaları hâlinde kambiyo taahhüdü ifa yerine yapılmış sayılır ve borç yenilenmiş sayılır. Bu yenilemenin sonucu olarak da asıl borç ilişkisi ile ona bağlı teminatlar ortadan kalkar ve asıl borç ilişkinin yerine kambiyo ilişkisinden doğan borç geçer. Kural olarak, bu nitelikte bir anlaşma bulunmadığı veya durum şüpheli olduğu sürece yenilemeden söz edilemez (Bozer, A./ Göle, C.: Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 2018, s.68).
21. Yalnızca kambiyo taahhüdünde bulunmak, yenilemeye karine teşkil etmese de, tarafların kambiyo taahhüdünün yenilemeyi gerektireceği hususunda anlaşmalarının mümkün olduğu belirtilmiştir. Böyle bir durumda kural olarak, yenilemeyi iddia eden kimse, bu yoldaki anlaşmayı ispatlamalıdır. Çekte düzenleyen ile lehtar arasındaki ilişki yani bedel ilişkisi tahsil amaçlıdır, yani tahsil şartına bağlı bir ödeme teşebbüsüdür (Poroy/Tekinalp, s. 141, 332).
22. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasında yazılı bir yenileme sözleşmesi bulunmamakla birlikte eski borcu yeniden yapılandırarak, eski borcu ifade eden yedi adet çek yerine yeniden yapılandırılan borcu ifade eden üç adet çek verilmesi hususunda anlaşmışlardır. Davacı tarafça yedi adet eski çek bedelinin ödenerek geri alındığı iddia edilmesine rağmen, davalı tarafça çeklerin bedelsiz iade edildiği savunulmuştur. Bankalardan gönderilen cevabi yazı içeriklerinden; 31.12.2008 tarihli ve 8007133 seri numaralı çeke rastlanmadığının, 8007834 numaralı çekin 23.07.2009 tarihinde, 5487 numaralı çekin 25.03.2009 tarihinde, 5498 numaralı çekin 08.04.2009 tarihinde, 8007184 numaralı çekin 10.02.2009 tarihinde, 8007185 numaralı çekin 06.03.2009 tarihinde çek asıllarının şubelerine iade edilerek fotokopilerinin sunulduğu, 8007184 numaralı çekin kime ödendiği bilgisine ve fotokopisine ulaşılamadığı, 8007832 numaralı çekin ise 30.04 2009 tarihinde takas merkezine ibraz edildiği ve karşılıksız işlemi gördüğü, 0183516 ve 0183517 seri numaralı çeklerin bulunamadığı bildirilmiştir. Eski borcu ifade ettiği belirtilen çekler incelendiğinde; 31.01.2009 tarih ve 5498 seri numaralı 4.135,00TL, 28.02.2009 tarih ve 7185 seri numaralı 4.200,00TL, 31.12.2008 tarih ve 5497 seri numaralı 4.135,00TL bedelli çeklerin davacı tarafından davalı adına düzenlenip ciro edilerek üçüncü kişi tarafından arkasının yazdırıldığı ve iptal kaşesi vurularak banka şubesine aslının iade edildiği, kime ödendiğinin bilinmediği, 31.12.2008 tarih ve 183516 seri numaralı 5.500,00TL, 31.01.2009 tarih ve 183517 seri numaralı 5.000,00TL bedelli çeklerin davacı adına Nuri Bahçeci tarafından düzenlenen ve ciro yolu ile davalıya geçen, karşılığı olmadığından arkasının yazdırılan ve iptal kaşesi vurularak banka şubesine aslının iade edilen çekler olduğu, 31.01.2009 tarih ve 7184 seri numaralı 4.200,00TL bedelli çekin davacı tarafından davalı adına düzenlenip davalı tarafından arkasının yazdırıldığı ve iptal kaşesi vurularak banka şubesine aslının iade edildiği anlaşılmıştır. 31.12.2008 tarih ve 7133 seri numaralı 4.140,00TL çeke ise rastlanılmadığı belirtilmiştir. Davaya konu edilen üç adet çek değerlendirildiğinde; 30.04.2009 tarih ve 7832 seri numaralı 11.000,00TL bedelli davacı tarafından zayi edilmesi nedeni ile tahsil edilmediği savunulmuş ise de; bankanın cevabi yazısında çekin takas merkezine ibraz edilip karşılıksız işlemi gördüğü belirtilerek ilgili kayıtlar gönderilmiştir. Çek fotokopisinin karşılıksız işleminden önce olduğu görülmektedir. 30.05.2009 tarih ve 7833 numaralı 11.200,00TL bedelli çek Ankara 2. İcra Dairesini 2009/13255 E. sayılı dosyası ile tahsil edilmiş, 30.06.2009 tarih ve 7834 seri numaralı 11.000,00TL bedelli çekin ise, davacı tarafından davalı adına düzenlenip üçüncü kişiye ciro edildiği ciroların karalanarak çek aslının bankaya ibraz edildiği, davalı beyanına göre ciro edilen üçüncü kişi tarafından tahsil edilmiş olduğu anlaşılmıştır.
23. Kural olarak, borç senedi borçluya geri verilmişse, borç sona ermiş sayılır. Çek bir ödeme aracı olup borçlusuna iade edilmesi ve onun elinde bulunması borcun ödendiğine karine teşkil eder. Karinenin aksinin ispatı, çeklerin bedelsiz, tahsil edilmeden borçluya iade edildiğini savunan davalı alacaklıdadır. HMK’nın 290. maddesi uyarınca ispatın yazılı delille yapılması gerekmektedir. Davalı, eski tarihli çekleri bedelsiz iade ettiğine dair yazılı delil sunmadığı gibi yapılan tebligata rağmen ticari defter ve belgelerini de ibraz etmemiştir. Üç adet çekin verilmesine konu edilen yedi adet çekten altı adedinin karşılığının bulunmadığı yazdırılmış ve çekler davacı tarafça banka şubesine ibraz edilmiştir. Eş söyleyişle çekler davalıya verilmiş, daha sonra da davacıya iade edilmiş, davacı tarafça da muhatap bankaya geri verilmiştir. Altı adet çekin arkasında davalının cirosu bulunmaktadır. Bu durum çeklerin kullanıldığını, tahsil cihetine gidildiğini, borcun yenilenme iradesiyle hareket edilmediğini göstermektedir. Çekin davacının elinde olması ise, çek bedelinin ödendiğine karine teşkil eder. Tedavül kabiliyetine haiz olan senette, yetkili hamil senedi şeklen elinde bulunduran kişidir. Somut olayda 01.02.2009 tarihinde yenilendiği ileri sürülen çeklerin bu tarihte borçlunun elinde olmadığı, bankalarca gönderilen cevabi yazı içeriğinden çeklerden dört adedinin (5498, 5497, 7184, 7185 seri numaralı çekler) dava açılmadan önce (en son 06.03.2009 tarihinde) ve üç adet çekin düzenlenme tarihinden önce iade edildiği, bedelsiz iade edildiği savunulan çeklerin bankaya dönüş tarihlerinin teslimden çok daha sonra olduğu hususları sabittir. Bu durumda davalının bedelsiz iade yönündeki savunmasının aksine, yenileme iradesinin bulunmadığı, önceki çek bedellerinin tahsili amacıyla hareket edildiği kabul edilmelidir. Mevcut dosya kapsamından ispat yükü üzerinde olan davalı alacaklı, çeklerin bedellerinin tahsil edilmeksizin davacı borçluya iade edildiğini kanıtlayamadığından mahkemece verilen direnme kararı yerindedir.
24. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, taraflar arasında yenileme sözleşmesi olduğu, üç adet yeni çekin davacı tarafından 02.01.2009 tarihinde davalıya verilmesi, davalı tarafından da davacıya iade edildiği kabul edilen önceki çeklerin, yeni çeklerin taraflar arasındaki vadeyi uzatma nedeniyle kararlaştırılan keşide tarihlerinden ve ibrazlarından önce davacıya iade ve davacı tarafından da bankaya iade edilmesi nazara alındığında, önceki çeklerin aralarındaki yenileme sözleşmesi uyarınca ödenmeden davacıya iade edildiğinin ve sözleşmeden doğan bu fiili karinenin oluştuğunun kabulünün gerekeceği, bu fiili karinenin aksinin davacı tarafça ispat edilmesi gerektiği, kanuni karinenin somut olay bakımından işletilmesinin hayatın olağan akışına uygun düşmediği, yeni çeklerin veriliş nedenine göre, önceki çeklerin bankada karşılıksız da olduğu hâlde daha yeni çeklerin tarihi gelmeden, davacı tarafından ödenerek, bankaya iade edilmiş olmasının iddiaya ve hayatın olağan akışına uygun düşmediğinden Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
25. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.
IV. SONUÇ:
İş bu dava dosyası içinde yer alan, tarafları ve konusu farklı başka bir dosyaya (Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2008/540 E. sayılı dosyaya) ait olduğu anlaşılan belgelerin bulunduğu klasörün mahkemesine iadesine,
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı (1.488.08TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 02.03.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/37 E. , 2021/512 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir (kapatılan) 8. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; dava dışı şirketin borcuna karşılık keşide ederek müvekkiline verdiği 637514 ve 637515 seri numaralı iki adet çekin ibrazında karşılıksız çıktığını, davalı Bankanın yasal olarak sorumlu olduğu miktarı ödemediğini ileri sürerek davalı Banka’nın ödemekle yükümlü olduğu bedelin gecikme cezası ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Banka vekili cevap dilekçesinde; keşidecinin müvekkili nezdindeki imzaları ile çekler üzerindeki imzaların birbirini tutmadığını, bu hususun çeklerin arkasına düşülen şerh ile belirtildiğini, bu durumda yasal olarak ödeme yapmamalarının yasal zorunluluk olduğunu, müvekkilinin davacıya herhangi bir borcunun bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. İzmir (Kapatılan) 8. Asliye Ticaret Mahkemesinin 10.07.2014 tarihli ve 2013/390 E., 2014/255 K. sayılı kararı ile; dosya arasına alınan bilirkişi raporuna göre bankanın ödemekle yükümlü olduğu karşılıkların istenmesine esas olan iki adet Türkiye Garanti Bankası İzmir Toptancılar Çarşısı Şubesine ait 0637514 ve 0637515 numaralı çeklerdeki keşideci şirket imzasının toplanan imza örneklerine göre keşideciye ait olduğunun tespit edilemediği, davalı Bankanın bu sebeple ödeme yapmamakta haklı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 09.02.2015 tarihli ve 2014/16347 E. 2015/1577 K. sayılı kararı ile; “… Dava, karşılığı bulunmayan çekler nedeniyle davalı Bankanın yasal olarak sorumlu olduğu miktarın tahsili istemine ilişkin olup mahkemece, çeklerdeki imzanın keşideciye ait olduğunun tespit edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de dava konusu çeklerdeki imzaların sahte olduğu davalı tarafından ileri sürüldüğüne göre bu hususun ispatının davalı yanda olduğu nazara alınıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken ispat külfeti davacıya yüklenerek yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İzmir 5. Asliye Ticaret Mahkemesinin 11.06.2015 tarihli ve 2015/521 E., 2015/496 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelere ek olarak, dosyada deliller toplanıp çeklerdeki imzalara dair bilirkişi raporu alınarak sonucu itibariyle karar verildiğinden ispat yükünün kimde olduğu hususunun, bilirkişi masraflarının hangi tarafa ait olacağına ilişkin değerlendirme dışında öneminin bulunmadığı, çeklerin davacı elinde olması nedeniyle davalı Bankanın imzayı kimin attığını bilemeyeceği, davalının elindeki imza örnekleriyle yapmış olduğu imza incelemesinin yargılama usulüne uygun olduğu, dosya kapsamı itibariyle araştırılacak başkaca hususun kalmadığı gerekçesiyle direnme karar verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı Banka tarafından, dava konusu çeklerdeki keşideciye atfen atılan imzaların sahteliğine ilişkin olarak ileri sürülen savunma karşısında, çeklerdeki imzaların keşideci eli ürünü olup olmadığının açık bir biçimde tespit edilememesi sonucu anılan imzaların sahteliğini ispat külfetinin davalı Bankada olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar vardır.
13. Kıymetli evrak niteliğinden dolayı çekin ödenmek üzere belirli bir yerde ve belirli bir süre içerisinde muhataba ibraz edilmesi zorunludur. Bu hususta dava tarihi itibariyle olaya uygulanması gereken 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6102 sayılı TTK) 796 ve devamındaki maddelerinde çekin ibraz süreleri ayrıntılı olarak düzenlenmiş olup, usulüne uygun olarak süresi içerisinde muhatap bankaya ibraz edilen çekin 6102 sayılı TTK’nın 795/2 ve 5941 sayılı Çek Kanunu’nun (5941 sayılı ÇK) 3. maddesinde düzenlenen emredici hükümler uyarınca muhatap banka tarafından ödenmesi gerekmektedir. Çekin karşılığının bulunması durumunda muhatap banka tarafından çek bedeli, çekin karşılığının kısmen yahut tamamen bulunmaması hâlinde ise her bir çek yaprağı için 5941 sayılı ÇK’nın 3/3. maddesi çerçevesinde belirlenen tutarlar ödenir.
14. Ödeme için ibraz edilen çek üzerinde muhatap banka tarafından bir kısım incelemelerin de yapılması zorunludur. Bu anlamda çekin yasal unsurları haiz gerçek bir çek olup olmadığı, süresinde ibraz edilip edilmediği, ibraz edenin meşru hamil olup olmadığı, emre yazılı çeklerde ciro zincirinin muntazam olup olmadığı, keşideciye atfen atılan imzanın keşideci yahut temsilcisine ait olup olmadığı, çekte ayrıca bir tahrifatın bulunup bulunmadığı ve başkaca bir ödeme engeli bulunup bulunmadığı hususlarında inceleme yükümlüğü altında olan muhatap bankanın, gerekli özeni göstererek ödemeye engel bir hususu tespiti hâlinde ödeme yapmaktan kaçınması gerekmektedir. Aksi durumda yapılan ödemeyi keşideciden talep edemeyecektir.
15. Burada uyuşmazlık konusu ile ilgisi nedeniyle çek ödemelerinde muhatap bankaların sorumluluğuna ilişkin yasal düzenlemelerin açıklanması önem arz etmektedir. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun (5411 sayılı BK) 6/1. maddesinde; bir bankanın kurulmasına veya yurt dışında kurulmuş bir bankanın Türkiye’deki ilk şubesinin açılmasına, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun alacağı kararla izin verileceği belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 3. maddesinde; yazılı ya da sözlü olarak veya herhangi bir şekilde, halka duyurulmak suretiyle ivazsız veya bir ivaz karşılığında, istendiğinde ya da belli bir vadede geri ödenmek üzere kabul edilen para, mevduat olarak tanımlanmış ve anılan Kanun’un 60/1. maddesinde; kredi kuruluşları ile özel kanunlarına göre yetkili olanlar dışında hiçbir gerçek veya tüzel kişinin, aslen veya fer’an meslek edinerek mevduat veya katılım fonu kabul edemeyeceği, ticaret unvanları ve kamuya yapacakları açıklamalar ile ilân ve reklamlarında bu izlenimi yaratacak ifade ve deyimleri kullanamayacağı düzenlenmiştir. Ayrıca 5411 sayılı Kanun’un 63. maddesi gereğince halkın parasının bankalarca değerlendirilmesi sırasında halka güven vermek için kredi kuruluşları (mevduat bankaları ile katılım bankaları) tasarruf mevduatı ve gerçek kişilere ait katılım fonlarının Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından sigorta edileceği açıklanmıştır.
16. Bu düzenlemelerden anlaşılacağı üzere bankalar, özel yasa ile kurulan ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanınan, topladıkları mevduatı ve katılım fonlarını sahteciliklere karşı özenle korumak zorunda olan kuruluşlardır. Bankalar sahip oldukları bu vasıfları sebebiyle bankacılık işlemlerinin güvenilen tarafı konumundadırlar. Bu durum, bankaların bir güven kurumu olarak kabul edilmesini ve bankanın sorumluluğunun özel güven sebebiyle ağırlaştırılmasını gerektirir (Battal, A.: Güven Kurumu Nitelendirmesi Işığında Bankaların Hukuki Sorumluluğu, Ankara, 2001, s. 106). O hâlde, bankalar, ağırlaştırılmış sorumluluğun bir gereği olarak objektif özen yükümlülüğü altında bulunmakta olup, buna karşılık hafif kusurlarından dahi sorumludurlar. Ayrıca, bu sorumluluğu kaldırmaya yönelik sözleşmeler de geçerli değildir. Zira sorumsuzluk sözleşmesi hükümlerine sınırlama getiren ve somut olaya uygulanması gereken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 115/3. ve 116/3. maddeleri gereğince, özel kanun ile kuruldukları ve kendilerine alanlarında çeşitli imtiyazlar tanındığı için bankaların, hafif kusurlarından dolayı ortaya çıkan sorumluluklarını kaldıran sözleşme hükümleri geçersiz olacaktır.
17. Bu aşamada birer güven kurumu olan bankaların, çekin ibrazı sırasında incelemekle yükümlü oldukları bir hususta kusursuz sorumluluklarını düzenleyen 6102 sayılı TTK’nın 812. maddesi üzerinde durulması gerekmektedir.
18. Anılan madde “Sahte veya tahrif edilmiş bir çeki ödemiş olmasından doğan zarar muhataba ait olur; meğerki, senette düzenleyen olarak gösterilen kişiye, kendisine verilen çek defterini iyi saklamamış olması gibi bir kusurun yüklenmesi mümkün olsun” hükmünü haiz olup bu kapsamda muhatap banka, çekteki keşideciye atfen atılan imzanın gerçek hesap sahibine veya yetkili temsilcisine ait olup olmadığını inceleyerek çekte herhangi bir tahrifatın yapılıp yapılmadığını da kontrol edecektir. Aksi takdirde anılan madde, sahte ve tahrif edilmiş çekin ödenmiş olmasından doğan zararın, muhatap bankaya ait olacağını hükme bağlamış, sahteciliğin inandırıcı olup olmadığı, iğfal kabiliyeti bulunup bulunmadığı gibi hususlar yasal unsurlar arasında sayılmamıştır. Buna göre 6102 sayılı TTK’nın 812. maddesi ile öngörülen sorumluluk muhatap banka açısından kusursuz ve kanundan doğan bir sorumluluk olup ancak keşidecinin kusurunun ağırlığı oranında muhatap bankanın sorumluluktan kurtulacağı öngörülmektedir. Keşideci ile muhatap arasındaki ilişkiye yönelik olan anılan Kanun maddesinin temel amacı; ödeme aşamasında, çeki inceleme ve muhtemel sahtelik veya tahrifatları belirleme imkânına sahip tek kişi olan muhatap banka karşısında çek keşide eden kişilerin korunmasıdır. Hemen belirtilmesi gerekir ki; çekin ödenmek üzere, muhatap bankanın çekle işleyen hesabının bulunduğu şubesinden başka bir şubesine ibraz edilmiş olması da muhatabın 6102 sayılı TTK’nın 812. maddesinde öngörülen özen ve inceleme yükümlülüğünü ortadan kaldırmayacaktır. Aynı durum çekin takas odasına ibrazı olasılığında da geçerlidir. Dolayısıyla sahte veya tahrif edilmiş çekin takas odasına ibraz edilmesi de muhatabın anılan maddeden kaynaklanan sorumluluğunu bertaraf etmeyecektir.
19. Uyuşmazlığın çözümünde değinilmesi gereken diğer bir husus ise, çekteki keşideciye atfen atılan imzanın sahteliğini ispat yükünün hangi tarafa ait olduğu hususudur. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesi “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” hükmünü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1. maddesi ise “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” hükmünü haizdir. Anılan hükümlerde ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü taşıyacaktır. İspat yükünün belirlenebilmesi için önce ilgili maddi hukuk kuralındaki koşul vakıaların doğru bir şekilde tespit edilmiş olması ve buna uygun somut vakıaların ortaya konulmuş olması gerekir. Her bir vakıa bakımından lehine hak çıkarma çerçevesinde ispat yükü kuralları belirlenir. Ancak kanunda özel olarak ispat yükünün belirlendiği hâllerde, genel kurala göre değil, kanunda belirtilen şekilde ispat yükü belirlenecektir.
20. Bu kapsamda bir senette yer alan yazının veya imzanın inkâr edilmesi durumunda, HMK’nın 208. maddesinin 1. ve 3. fıkrası anlamında bir “sahtelik iddiası” söz konusu olur. HMK’nın 208. maddesine ilişkin gerekçede bu husus “Maddenin kenar başlığında ‘Yazı veya imza inkârı’ ibaresi birlikte kullanılmıştır. Her iki husus uygulamada sahtelik iddiası olarak adlandırılan durumu ifade etmektedir” şeklinde belirtilmiştir (Pekcanıtez H./ Özekes M./ Akkan M./ Korkmaz H.T.: Pekcanıtez Medeni Usul Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s. 1792). Öte yandan, bir senetteki imzanın inkâr edilmesi hâlinde, mahkemenin imzanın sahte olup olmadığı konusunda araştırma yapması gerekir. Bu araştırma ve incelemenin usulü ise HMK’nın 211. maddesinde; “ (1) Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın açıklamaları da dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir: a) Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememişse, huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir karar verir. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir. b) (a) bendi hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir. Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir.” şeklindeki hükümle gösterilmiştir. Ancak burada, davada taraf olmayan kimselerin isticvabı mümkün olmamakla, bu kimselerin imzalarına dair yapılacak olan incelemede, aynı maddenin (a) bendi uygulama alanı bulamayacağından yine aynı maddenin (b) bendinde belirtilen esaslara göre bir inceleme yapılacaktır. Buna göre, sahtecilik hususunda kesin bir kanaat oluşması için, mevcutsa, ilgili kişiye ait mukayeseye elverişli yazı ve imzalar temin edilip sahtelik iddiasına ilişkin bilirkişi incelemesi yapılması gerekir. Bilirkişi, mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak bir inceleme yapar ve mahkemece sahtelik iddiası bakımından bu inceleme doğrultusunda bir karar verilir.
21. Uyuşmazlık kapsamında değinilmesi gereken son husus ise çeke karşı ileri sürülebilen mutlak def’iler olup bu def’iler, hamil olan herkese karşı ileri sürülebilir. Çekin hükümsüzlüğünü gerektiren def’iler çek ve eklentilerinden anlaşılsın anlaşılmasın bütün ya da bir kısım sorunları bakımından hükümsüz sayılmasını gerektiren def’ilerdir. Bu def’ilerin bir kısmı mutlak, bir kısmı nispi def’i niteliğindedir. Hangisinin mutlak, hangisinin nispi def’i sayılacağı, “görünüşe itimat (güven)”, “iyi niyet” ilkesiyle, “kambiyo senetlerine ilişkin işlemlerdeki emniyetin korunması” ilkelerinden hangisine öncelik tanınacağı sorunuyla ilgilidir. Kanunda öngörülüp açık bir hükümle düzenlenen bu durumların dışında gerek doktrinde ve gerekse de uygulamada “imzanın sahte olması”, “senet metninde sahtekârlık (tahrifat) yapılmış olması”, “borçlunun borçlanma ehliyetinin bulunmaması”, “çekte zorunlu şekil koşullarının bulunmaması”, “imza sahibinin temsil yetkisinin bulunmaması”, “çekin zamanaşımına uğramış bulunması” vb. def’iler çekin hükümsüzlüğüne yönelik olup her hamile (iyi niyetli olsa dahi) karşı ileri sürülebilen mutlak def’i olarak kabul edilmektedir. Bu anlamda muhatap bankanın hamile/alacaklıya karşı çek üzerinde sahtelik/tahrifat iddiası, mutlak def’i niteliğinde olduğundan, bu tür iddiadan kaynaklanan uyuşmazlık mahkemece, sahtelik incelemesine dair yukarıda yapılan açıklamalarda belirlenen esaslar göz önüne alınarak çözüme kavuşturulması gerekir.
22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı tarafından ödenmek üzere ibraz edilen dava konusu iki adet çek üzerinde davalı Banka tarafından yapılan inceleme sonrasında çeklerdeki keşideciye atfen atılan imzaların keşideci eli ürünü olmadığı iddiasıyla, davacıya 5941 sayılı ÇK’nın 3. maddesi anlamında yasal sorumluluk miktarı da dâhil olmak üzere herhangi bir ödemenin yapılmadığı anlaşılmaktadır.
23. Dosya kapsamında yapılan incelemede, çeklerdeki keşideciye atfen atılan imzaların keşideci eli ürünü olup olmadığının tespiti için alınan bilirkişi raporunda; mukayeseye esas olarak alınan keşideci imzalarını içeren evrakın, 27.09.2011 tarihli Çek Taahhütnamesi ile ekindeki Çek Beyannamesi, 20.02.2008 tarihli Bankacılık Hizmet Sözleşmesi fotokopisi, Sermaye İşlemleri Risk Bildirim Formu fotokopisi, 12.10.2010 tarihli Genel Kredi Sözleşmesi fotokopisi ve İzmir 5. Noterliğinin 05.04.2007 tarihli ve 5335 yevmiye numaralı imza sirküsü fotokopisinden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Anılan evraktaki imzalar esas alınarak yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen 02.06.2014 tarihli raporda ise; dava konusu çekler üzerindeki keşideciye atfen atılan imzaların kısmî olarak benzerlik göstermesine karşın farklılıkların da mevcut olduğu, mukayese imzaların iki farklı türde oluşturulmaları, yetersiz oluşları ve bazılarının da fotokopi olmaları nedeniyle keşideci eli ürünü olup olmadığına dair kesin bir kanaatin belirtilemeyeceği, ancak keşidecinin çek tanzim tarihine yakın tarihte atmış olduğu samimi mukayese imzalarını içeren belgelerin (önceden ödenen sorunsuz çekler, imza sirküleri, beyanname, banka işlemleri vb.) temin edilmesi durumunda olumlu ya da olumsuz bir beyanda bulunulabileceği belirtilmiştir.
24. 6102 sayılı TTK’nın 812. maddesi kapsamında yapılacak incelemede, kusursuz sorumluluğa sahip olan davalı Banka, dava konusu çeklerdeki keşideciye atfen atılan imzaların keşideci eli ürünü olmadığının belirlenmesi hâlinde çek hamiline herhangi bir ödeme yapmakla yükümlü olmayacaktır. Buradan hareketle TMK’nın 6. maddesi ile HMK’nın 190/1. maddesi uyarınca uyuşmazlık konusu olayda, çekteki keşideciye atfen atılan imzaların sahte olduğuna ilişkin muhatap banka tarafından ileri sürülen iddianın ispatı, uyuşmazlığın niteliği itibariyle davalı Bankanın lehine bir durum ortaya çıkaracaktır. Başka bir anlatımla muhatap bankanın, ileri sürdüğü sahtelik iddiasının ispatı hâlinde, 5941 sayılı ÇK’nın 3/3. maddesinde belirtilen yasal sorumluluk miktarı da dâhil olmak üzere hamile ödeme yükümlülüğü ortadan kalkacaktır. Bu kapsamda çeklerdeki keşideciye atfen atılan imzaların sahteliğine ilişkin iddianın ispatı sonrasında ortaya çıkan hukuki neticeden, muhatap davalı Banka lehine bir hak ortaya çıkacağından bu hususta ispat külfeti, yukarıda anılan yasal düzenlemeler kapsamında davalı Bankaya ait olacaktır. Netice itibariyle TMK’nın 6. maddesi ve HMK’nın 190/1. maddesi gereğince, uyuşmazlık konusu olayda dava konusu çeklere dair ödeme yapmama hakkının varlığının dayanağı olan sahtelik iddiasının davalı Banka tarafından ispatı gerekmektedir.
25. Öte yandan dosya arasına alınan bilirkişi raporunda; uyuşmazlık konusu çeklerdeki keşideciye atfen atılan imzaların keşideci eli ürünü olup olmadıkları hususunda somut bir belirleme yapılamamış, söz konusu eksikliğin nedeni olarak mukayeseye esas alınacak nitelikte keşideci imzasını içeren evrakın eksikliğine işaret edilmiştir. Bu hâliyle dosyadaki bilirkişi raporunun hükme esas alınacak nitelikten yoksun olduğu anlaşılmakla birlikte bu husus, anılan raporda dahi detaylı olarak belirtilmiştir.
26. Bu itibarla, dava konusu çeklerdeki imzaların keşideciye ait olduğunu ispat yükü davacı tarafa yüklenerek, eksik inceleme sonucu hükme esas oluşturacak niteliği yoksun bilirkişi raporu nazara alınıp, dava konusu çeklerdeki imzaların keşideci eli ürünü olduğunun tespit edilemediğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi, eldeki uyuşmazlığa ilişkin ispat külfetine ve sahtelik incelemesine dair yukarıda detaylı olarak belirtilen tüm kanunî düzenlemelere ve ilkelere aykırılık teşkil etmektedir.
27. Neticeten, iddia, savunma, taraflarca sunulan deliller ve tüm dosya kapsamı itibariyle dava konusu çeklerdeki keşideciye atfen atılan imzaların sahteliğine ilişkin uyuşmazlıkta ispat külfetinin, TMK’nın 6. maddesi ile HMK’nın 190/1. maddesi uyarınca davalı Bankada olduğu nazara alınarak, HMK’nın 211/1-b maddesi çerçevesinde bilirkişi raporunda işaret edilen keşidecinin çek tanzim tarihine yakın tarihli, değişik amaçlarla atmış olduğu samimi mukayese imzalarını içeren belge asılları ve davalı tarafından fotokopi olarak sunulan evrakın keşidecinin ıslak imzalarını havi asıllarının teminiyle yapılacak bilirkişi incelemesi sonrasında hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; somut olayda davacının, davalı Bankanın ödeme yükümlülüğünü yerine getirmediğinden bahisle zarara uğradığını ileri sürüp haksız fiil hükümlerine dayalı olarak (TBK m. 49, 818 sayılı Borçlar Kanunu m. 41) alacak talebinde bulunduğu, süresinde ibraz edilen çeklerin ödenmediği takdirde muhatap davalı Bankanın haksız fiil hükümlerine göre sorumlu olacağından zarar ve kusurun ispatının davacı üzerinde olduğu, bu nedenle çeklerdeki keşideciye atfen atılan imzaların sahteliğini ispat külfetinin davacı üzerinde bulunduğu, ancak dosyadaki bilirkişi raporunun hükme esas alınacak niteliği haiz olmadığı, imza incelemesine esas belge asıllarının teminiyle HMK’nın 211. maddesi hükümlerine göre denetime elverişli bilirkişi raporu alınarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerektiği, direnme kararının bu farklı gerekçeyle bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
29. Hâl böyle olunca; yerel mahkemece verilen direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1 maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 20.04.2021 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
1. Hukuk Dairesi 2015/13095 E. , 2018/11890 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ :TAPU İPTALİ VE TESCİL-TENKİS
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil-tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan Mehmet’in kayden maliki olduğu dava konusu 1173 ada 23 parsel sayılı taşınmazı 03.05.2012 tarihinde davalı …’a, 1141 ada 13 sayılı parseldeki çekişme konusu 5 nolu bağımsız bölümü ise 04.11.2013 tarihinde intifa hakkını üzerinde tutarak kuru mülkiyetini diğer davalı …’a devrettiğini, anılan temliklerin muvazaalı ve mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu ileri sürerek miras payları oranında iptal ve tescile, olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı …, dava konusu 1173 ada 23 parsel sayılı taşınmazı 60.000 TL bedel karşılığında satın aldığını, annesinin yıllarca davacıların mirasbırakanına baktığını, ancak dava konusu temlikin bakım karşlılığı yapılmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı …, çekişme konusu 5 nolu bağımsız bölümün 60.000 TL satış bedelini 2 tanık huzurunda murise elden ödemek suretiyle taşınmazı satın aldığını, bu satış bedelinin ayrıca Haziran ayına kadar davacıların mirasbırakanı … bağımsız bölümde oturması karşılığındaki kira parasını da kapsadığını ve devrin muvazaalı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan … kayden maliki olduğu dava konusu 1173 ada 23 parsel sayılı taşınmazı 03.05.2012 tarihinde davalı …’a, 1141 ada 13 sayılı parseldeki çekişme konusu 5 nolu bağımsız bölümü ise 04.11.2013 tarihinde intifa hakkını üzerinde tutarak kuru mülkiyetini diğer davalı …’a devrettiği, bilahare 15.11.2013 tarihinde 5 nolu bağımsız bölümdeki intifa hakkını kuru mülkiyet sahibi davalı … lehine terkin ettirdiği, 1933 doğumlu mirasbırakanın 06.12.2013 tarihinde ölümü ile geriye davacı çocukları … ve … ile dava dışı kızı … kaldığı, davalı …’ın murisin üvey kız kardeşi … oğlu olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan, muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda HMK 190. madde ve TMK 6. madde gereğince herkes iddiasını ispatla mükelleftir.
Somut olayda, çekişme konusu 23 parsel sayılı taşınmazın muris … tarafından 03.05.2012 tarihinde davalı …’a devredildiği, bilahare 14.08.2012 tarihinde murisin … karşı, üvey kardeşi dava dışı … kendisine bakacağı taahhüdü ile anılan taşınmazı … devrettiğini, devrin bedelsiz olduğunu, bakım yükümlülüğünün de yerine getirilmediği iddiası ile … . Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/264 E sayılı dosyasında tapu iptali ve tescil davası açtığı, 17.07.2013 tarihli celsede davadan feragat ettiği ve bu durum karşısında anılan parselin devrinin bedelsiz olduğu, ayrıca dava konusu 5 nolu bağımsız bölümün 04.11.2013 tarihinde davalı …’a satıldığı, anılan davalının satış bedeli olarak 60.000 TL ödediğini savunduğu, ancak … Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/11 sayılı tereke dosyasında murisin terekesinde 174,21 TL’nin bulunduğunun tespit edildiği, ayrıca mirasbırakanın emekli maaşının olduğu ve taraf tanıklarının mirasbırakanın yanında kalmadıkları için çocuklarına kızgın olduğunu belirttikleri anlaşılmaktadır.
Yukarıda değinilen ilkeler ve tüm dosya içeriği birlikte değerlendirildiğinde, taşınmazın mirasbırakan … tarafından davalılara yapılan temlikinin çocuklarına kızdığı için mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Hâl böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05/07/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.