Mirastan Mal Kaçırma (Muris Muvazaası) Nedir?
Muvazaa, hukuki ilişkinin taraflarınca sözleşme dışı üçüncü kişileri aldatma amacıyla asıl iradeleriyle uyuşmayan ve sözleşmenin tarafları arasında hukuki bir sonuç doğurmayacak şekilde yaptıkları anlaşmadır. Bu görünüşte işlemin sözleşmenin tarafları arasında geçerli olmayacağı kararlaştırılır.
Muvazaa; mutlak muvazaa ve nispi muvazaa olarak ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrımın temeli görünüşte işlemin arkasında bir gizli işlemin bulunup bulunmadığından gelmektedir. Eğer görünüşte işlemin arkasında bir de gizli işlem varsa nispi muvazaa meydana gelecektir. Mutlak muvazaada taraflar gerçekte hiçbir hukuki işlem yapmak istemedikleri halde üçüncü kişilere aralarında hukuki işlem yapılmış gibi göstermek isterler. Nispi muvazaada ise görünüşte işlemin yapılmasının ardında bir şekilde saklanan gizli işlem bulunur. Görünüşte işlem her şartta geçersizken gizli işlem birtakım şartlar gerçekleştiğinde geçerli hale gelebilmektedir.
Miras Ortaklığının Giderilmesi
Bu tanımlar çerçevesinde muvazaanın üç unsurundan bahsedersek; tarafların asıl amacı ile yapılan işlem arasında bilinçli bir uyumsuzluk bulunması, sözleşme dışı üçüncü kişileri aldatma niyeti ve sözleşme taraflarının muvazaalı işlemi yapma yönünde anlaşmasının bulunmasıdır.
- Muris muvazaası özelinde baktığımız zaman burada bir nispi muvazaa söz konusudur. Zira görünüşteki işlemin arkasında saklanan bir gizli işlem vardır. Burada asıl amacı gizli işlem yansıtmaktadır. Muris muvazaasında; görünüşteki işlem, gizli işlem, muvazaaya yönelik anlaşma ve üçüncü kişileri aldatma amacı olmak üzere dört unsur bulunmaktadır.
- Bu muvazaa sonucunda miras hakkı bulunan ve bu hakkı ihlal edilen her mirasçı mirastan mal kaçırma davasını açabilir. Mirasın reddi veya mirastan feragat halinde bu dava açılamaz.
- Miras, bir elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortaklıkta bulunan mallara ilişkin verilecek kararlarda oybirliği esastır. Bu niteliği gereği malvarlığı veya mal sahipliği paylara bölünemez. Ancak mirastan mal kaçırma davasını her bir mirasçı kendi payıyla sınırlı kalmak üzere şahsi olarak açabilir. Eğer bu muvazaa taşınmaza ilişkinse muvazaa sebebiyle tapu iptali ve tescili davası açılabilir.
- Muris tarafından malvarlığında bulunan malın mirasçılardan yalnızca birine satış yapılmış gibi gösterilmesi, bağışlama yahut ölünceye kadar bakma sözleşmesi yapması durumlarında muvazaa mevcuttur. Çünkü burada işlemin arkasında bulunan amaç mal kaçırmadır.
- Mirastan mal kaçırma davası ancak murisin ölümünden sonra açılabilir zira varislerin tereke üzerindeki hakları ancak murisin ölümüyle birlikte doğmaktadır. Bu dava ayni hakka ilişkin olduğundan herhangi bir zamanaşımına ve hak düşürücü süreye tabi değildir.
- Mirastan mal kaçırma davasında bu iddiada bulunan davacı iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Murisin amacının davacıyı mirastan mahrum bırakmak olduğu hususu ispatlanmalıdır.
- Mirastan mal kaçırma davası, kaçırıldığı iddia edilen taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesinde açılır.
Yargıtay Kararları
1. Hukuk Dairesi 2018/537 E. , 2018/980 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasındaki davadan dolayı … .Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 25.04.2013 gün ve 2011/360 Esas – 2013/176 Karar sayılı hükmün bozulmasına ilişkin olan 10.02.2014 gün ve 17868-1868 Karar sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davalı vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan …’ın maliki olduğu 547 parsel sayılı taşınmaz ile paydaşı olduğu 392 parsel sayılı taşınmazdaki payını mirasçılardan mal kaçırma amaçlı davalı gelinine temlik ettiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil, aksi takdirde tenkise karar verilmesini istemiştir.
Davalı, temliklerin ölünceye kadar bakım akdi karşılığında yapıldığını ve edimin yerine getirildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bakım borcunun yerine getirildiği ve muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar Dairece “… mirasbırakan maliki olduğu 392 parsel sayılı taşınmazdaki 1/3 payını ve 547 parsel sayılı taşınmazın tamamını ölünceye kadar bakma akdiyle davalı gelinine devretmiş olup, taraflarca murisin başka mal varlığı bulunduğunun belirtilmemiş olması karşısında, davaya konu edilen taşınmazların mirasbırakanın tüm mal varlığını oluşturduğu görülmektedir. Öyle ise ölünceye kadar bakma akti iki taraflı ivazlı bir akit olduğundan bakım borcunun temini için bununla orantılı ve makul düzeyde bir temlik yapılmış olması gerekir. Ne var ki, davalıya ölünceye kadar bakım akdiyle devredilen taşınmazların murisin tüm mal varlığına oranının makul bir seviyede kaldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Hal böyle olunca;davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere reddine karar verilmiş olması doğru değildir … ” gerekçesiyle bozulmuş, davalı tarafından karar düzeltme istenmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakanın paydaşı olduğu 392 parsel sayılı taşınmazdaki 1/3 payı ile maliki olduğu 547 parsel sayılı taşınmazı 23.05.2001 tarihinde davalı gelinine ölünceye kadar bakım akdi karşılığında temlik ettiği, davalının karar düzeltme dilekçesi ile murise ait dava konusu edilmeyen başkaca taşınmazların bulunduğunun belirtildiği, davacılar tarafından 02.03.2011 tarihinde … .Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2011/114 E sayılı dosya ile eldeki dosya davalısının eşi ve murisin oğlu dava dışı … aleyhine muris muvazaası hukusal
nedenine dayalı mirasbırakana ait 86,87 ve 423 parsel sayılı taşınmazlarla ilgili açılan davanın mahkemenin 11.11.2014 tarihli kararı ile kısmen kabulüne karar verilerek kararın derecattan geçerek 25.01.2018 tarihinde kesinleştiği, halen mirasbırakan adına kayıtlı bulunan 117 ada 10 parsel ( eski 552 parsel ) ile aynı ada 11 parsel ( eski 553 parsel ) sayılı taşınmazların bulunduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesinde düzenlendiği üzere ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514).
Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi için de, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Somut olaya gelince, mirasbırakanın çekişme konusu taşınmazlar dışında başkaca taşınmazlarının da bulunduğu anlaşılması karşısında çekişmeye konu edilen taşınmazların tüm malvarlığı içindeki oranı dolayısı ile makul sınırlar içinde kalıp kalmadığı açıklığa kavuşturulmuş değildir.
Hal böyle olunca, mirasbırakana ait tüm taşınmazların araştırılarak, değerlerinin belirlenmesi, ölünceye kadar bakma akti ile temlik edilen çekişmeli taşınmazların değerinin tüm malvarlığı içindeki oranı belirlenerek temlikin makul sınırlar içinde kalıp kalmadığının yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda değerlendirilmesi, bu arada davacıya ve diğer mirasçılara kazandırma yapılıp yapılmadığının, yapılmışsa değerlerinin saptanması, mirasbırakanın gerçek amaç ve iradesinin tereddüde yer bırakmayacak şekilde açıklığa kavuşturulması ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, anılan hususlar göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
Anılan hususlar davalının karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan inceleme ile saptandığından, karar düzeltme isteğinin (6100 Sayılı HMK’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla) 1086 Sayılı HUMK’nun 440. maddesine uyarınca kabulüyle, Daire’nin 10.02.2014 tarih, 2013/17868 Esas, 2014/1868 K sayılı kararının ortadan kaldırılmasına, yerel mahkemenin 25.04.2013 tarih, 2011/360 E 2013/176 K. sayılı kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde yatırana iadesine, 19.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi
Hukuk Genel Kurulu 2013/1634 E. , 2015/1531 K.
- MURİS MUVAZAASI
- TAPU İPTALİ VE TESCİLİ İSTEMİ
- MİRASÇILARDAN MAL KAÇIRMA
“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bodrum 2.Asliye Hukuk Mahkemesinin davanın reddine dair verilen 24.11.2011 gün ve 2007/342 E.-2011/529 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 04.07.2012 gün ve 2012/4729 E.-2012/8447 sayılı ilamı ile;
(…Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, paylaştırma savunması benimsenmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, miras bırakan İ..Ö..r’in çekişme konusu 315 parsel sayılı taşınmazını 25.12.1985 tarihli akitle oğlu İsmet’ten olma torunu davalı İbrahim’e satış suretiyle devrettiği, davalının akit tarihinde yaşının küçük olması nedeniyle anne ve babasının velayeten alımı kabul ettikleri; miras bırakanın 29.3.2006 tarihinde ölümü ile mirasçıları olarak davacı kızı Gülser ve dava dışı oğulları İsmet ve Fevzi’nin kaldığı görülmektedir.
Davacı, miras bırakanın yaptığı temlikin mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Davalı ise, satış bedelinin anne ve babası tarafından ödendiğini, miras bırakanın başka taşınmaz almak için dava konusu taşınmazı sattığını, dedesinin davacıya ve çocuklarına da taşınmaz aktardığını savunmuştur.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı,miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı,davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Öte yandan miras bırakan, sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa, mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.
Somut olayda, gerçekten miras bırakanın 3972 parsel sayılı taşınmazda davacı Gülser ve çocukları Ayşe Nur ile Selim’e de pay temlik ettiği sabittir. Ne var ki, paylaştırma savunmasının ancak mirasçılar arasında dinlenebileceği, davalının İbrahim Özdemir mirasçısı olmayıp savunmasına itibar edilemeyeceği kuşkusuzdur. Davalı bu beyanı ile bedel ödemediğini zımnen kabul etmiştir. Esasen, toplanan deliller de muvazaa olgusunu desteklemektedir. Dava konusu taşınmazın akit tarihindeki gerçek değeri ile akitteki değeri arasında fahiş fark bulunması, davalının temlik tarihinde 16 yaşında olup alım gücü bulunmaması işlemin danışıklı oluğunu göstermektedir.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.
Davacının temyiz itirazı yerindedir…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının babası ve davalının dedesi olan miras bırakanları ….tarafından 315 parsel sayılı taşınmazın, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı toruna temlik edildiğini, davalının yaşının küçük olması nedeniyle temlikin anne ve babası aracılığıyla yapıldığını, temlik satış olarak gösterilmişse de, gerçekte bağış olduğunu ileri sürerek, miras payı oranında tapu iptal ve tescil istemiştir.
Davalı vekili, satışın gerçek olduğunu, muvazaa bulunmadığını, bedelin anne babası tarafından ödendiğini, miras bırakanın davacı ve çocuklarına da taşınmaz temlik ettiğini, mal kaçırma kastı olmadığının bu temlikten de belli olduğunu, murisin taşınmazı daha değerli olan 1021 parsel sayılı taşınmazı almak için sattığını bildirerek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalının muris …… ekonomik durumunun iyi olduğu, ihtiyacından dolayı taşınmazı satmasını gerektirecek bir durum olmadığı, tanık beyanları ile sabit olduğu ve resmi akit tablolarından da anlaşıldığı üzere, muris İ..Ö..in o yıllarda 2/5 hissesi bulunduğu 1021 parsel numaralı taşınmazı izale-i şüyu satış memurluğundan 12.150.000 TL bedelle 10.01.1986 senesinde satın aldığı, dava konusu 315 parsel numaralı taşınmazın tapuda satış tarihinin ise bu ihalenin yapıldığı tarihten daha önce 28.12.1985 tarihi olup tapudaki işlem tarihlerinin tanık beyanlarını doğruladığı, diğer tanıkların da davalının babası İsmet’in bu yeri satın alabilmek için dolmuşunu ve malvarlığını satıp borç aldığı ve oğlu namına taşınmazı satın aldığını beyan ettikleri, tanık beyanları ile tapudaki işlem tarihlerinin birbirlerini doğrular nitelikte olduğu, kaldı ki yapılan satış işlemi bağış niteliğinde kabul edilse bile tanık beyanlarına göre de muris İ….. sağlığında tapuda 3972 parsel sayılı taşınmazın 12432/16432 hissesini davacı G….2000/16432 payının davacının çocuğu A… ve S…verdiği bu taşınmazın o tarih itibariyle dava konusu taşınmazdan daha değerli olduğunun resmi kayıtlardan anlaşıldığı, herkesin haklarını kullanırken iyi niyet kurallarına uymak zorunda olduğu, murisin davacıya da dava konusu taşınmaza karşılık daha değerli başka bir mal verdiği bu şekilde mirasçılar arasında denge kurmayı amaçladığı halde davacının davalıya ait yere de göz koymasının iyi niyet kurallarıyla bağdaşmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, tanık anlatımları ve tapu kayıtlarına göre muris İ.. Ö..’in 10.01.1986 tarihinde izale-i şüyu satış memurluğundan 1021 parsel sayılı taşınmazı izale-i şüyu satış memurluğundan kendisine ait 2/5 hissesi dışındaki 3/5 hissesini satın aldığı, bu hisseyi almadan önce yaklaşık 10-15 gün önce de dava konusu taşınmazı 28.12.1985 tarihinde davalıya devrettiği, taşınmaz 29.06.1987 tarihinde tescil edilse de, ihale bedeli daha önce yatırıldığı, satış dosyasının kesinleşmesi ve tescil işlemlerinin 1-1.5 yıl sonra olduğunun anlaşıldığı, bu yöndeki tanık beyanları ile tapu kayıtlarının da birbirini doğruladığı, yine tanık beyanlarına göre davalının babası ….. kendine ait dolmuş hattını ve bir takım mal varlığını sattığı hatta bir kısmını borç aldığı bu şekilde dava konusu taşınmazın parasını denkleştirip babasına verdiğinin de sabit olduğu, Yargıtay bozma gerekçesinde bu husus üzerinde durulmadığı, halbuki yukarıdaki olayın tutarlı tanık beyanları ve tapu kayıtları ile açıkça ispatlandığı, bu yönde tutarlı deliller varken bu hususu çürütecek, satışın muvazaalı bedelsiz hibe olduğuna yönelik davalı tarafından soyut, somut nitelikte vakıalarla desteklenmeyen tanık anlatımları dışında inandırıcı bir delil de getirilmediği, somut olayda taşınmazın parasını bizzat davacının değil davalının babası İsmet Özdemir’in verdiği, o tarihte davalının 16 yaşlarında olduğu ve babası İsmet’in yanında yaşadığı, kendi başına taşınmazı alabilecek ekonomik gücünün bulunmadığı konusunun nizasız olduğu, ancak olayda taşınmazın parasının babası tarafından ödendiği tescilin oğlu üzerine yapıldığı, bu durumun temlikin hibe olduğunu göstermeyeceği gibi davalının o yıllarda babasının yanında yaşamasının da gözetildiğinde ülkemizde yaşam biçimi, aile ilişkileri ve sosyal gerçekler dikkate alındığında son derece olağan sık sık karşılaşılan bir durum olduğu, ortada tapu kayıtları ve bunu destekleyen tanık beyanları var iken ve bunun aksi de ispatlanamamış olduğu halde; “davalının paylaştırma savunmasının bedel ödenmediğinin zımnen kabul edildiği” sonucuna ulaşılmasının dosya kapsamına uygun olmadığı, adalet ve hakkaniyet ile bağdaşmadığı, bu tür bir hükümden murisin diğer mirasçılara da mal paylaştırıldığı halde davalı taraf elindeki parasını ödediği maldan da mahrum kalması sonucunun ortaya çıkacağını; ikinci olarak, işlem bağış niteliğinde kabul edilse bile; miras bırakan İ…. bozma gerekçesinde belirttiği gibi dava konusu taşınmazdan devir tarihleri itibariyle daha değerli olan Turgutreis Beldesi 3972 parsel sayılı taşınmazdaki 12432/16432 hissesini kızı davacı Gülser Durmuş’a bıraktığı, yine davacının çocukları A…. de hisse verdiği, burada murisin esas olarak mirasını paylaştırma gayesi güttüğü davacıya ve ayrıca davacının çocuklarına da aynı şekilde hakkaniyetli ve adaletli şekilde mal paylaşımı yaptığı, taraflar arasında bu konuda bir niza da olmadığı, tarafların buradaki asıl iradelerine bakılması gerektiği, olayda murisin mirasını çocukları arasında paylaştırma amacını güttüğü, işleme bizzat katılan davalının babası İsmet Özdemir’in kendi hakkını çocuğu üzerine tescil ettirmiş olması karşısında işlemin asıl tarafının yine kendisi olduğu, tescilin oğlu davalı üzerine yapılmış olmasının murisin mirasını paylaştırma amacı gütmediği ve işlemin hibe olduğu sonucunu doğurmayacağı gibi işlemin asıl tarafının davacının babası İsmet olduğu hususunu da değiştirmediği, bu konuda yapılan şekli işlemlerden ziyade tarafların esas iradelerine bakmak ve asıl iradelerini yorumlamak, murisin güttüğü esas amacı dikkate almak gerektiği, dolayısı ile tapudaki işlem tarihi itibariyle kendisine daha değerli bir taşınmaz verilmiş iken yine kök murisin üstelik aynı yöndeki işlemi davacının kendi çocukları Selim ve Ayşe Nur için de yapmış iken, sırf bu nedene dayanarak davalının kök muris İbrahim’in mirasçısı olmadığı iddiası ile muvazaa iddiasında bulunmasının hakkın açıkça kötüye kullanılması olduğu, üçüncü olarak da, murisin tapuda kayıtlı başka ve daha değerli ve büyük taşınmazları bulunduğu ( Turgutreis beldesi 3077, 3080 ve 299 parseller) gözetildiğinde eğer muris kızlarını mirastan mahrum bırakmak amacı güttü ise bu taşınmazlarını da davalı ya da babasına devretmesi beklenirken bundan kaçınmış olmasının da murisin davalıyı mirastan mahrum bırakma amacı gütmediğini mirasçılarına sağlığında eşit şekilde mal paylaştırma amacı güttüğünü gösterdiği, diğer yandan tapudaki satış bedelinin düşük gösterilmesinin de muvazaayı göstermeyeceği, harcı az ödemek için bu şekilde gösterildiği, tapudaki değerin murisin gerçek satış değeri olmadığı gibi olaydan 25-30 sene geçmiş iken özellikle turizmin patlama yaptığı taşınmaz değerlerinde yıldan yıla enflasyonla bağdaşmayacak şekilde enflasyonun kat kat üzerinde, orantısız artışlar olduğu gözetildiğinde 25-30 yıl öncesinin gerçek satış değerinin de sağlıklı şekilde tespitinin de mümkün olmayıp esasen mahkeme hükmün sağlıklı tespit edilemeyen taşınmaz değeri üzerine dayandırılmasının da sağlıklı bir sonuç doğurmayacağı, davacının dava açmaktaki amacının esasen her birine düşen taşınmazların daha sonraki 25-30 yıl içinde turizmin gelişmesi ve imar durumlarının farklılaşması sonucu değerlerinin kendi aleyhine olacak şekilde farklılaşması nedeniyle kendi taşınmazının değersiz hale geldiğini düşünmesi olduğu, temlikin muvazaalı olmadığı gerekçesi ile davanın reddine dair verilen önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava konusu 315 parsel sayılı taşınmazın miras bırakan tarafından torunu davalıya temlikinin mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak yapılıp yapılmadığı noktasında toplanmaktadır.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakan …. 29.03.2006 tarihinde vefat ettiği, geriye kızı davacı Gülser, oğlu Fevzi ve davalının babası İsmet’in kaldığı, miras bırakan tarafından 315 parsel sayılı taşınmazın 25.12.1985 tarihinde 3.900.000.-TL bedelle 1969 doğumlu olan davalı İbrahim’e anne ve babası aracılığı ile satış suretiyle temlik edildiği, yapılan keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazın temlik tarihi itibariyle değerinin 10.000.000-TL(eski Türk Lirası) olarak belirlendiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, temlik tarihinde miras bırakanın ekonomik durumunun iyi olması, taşınmaz mal satma ihtiyacının bulunmaması, taşınmazın temlik tarihindeki gerçek değeri ile akitte gösterilen değeri arasında fahiş fark bulunması, davalının torunu olup, temlikin yapıldığı tarihte 16 yaşında olması ve alım gücünün bulunmaması; öte yandan miras bırakanın sağlığında hak dengesini gözeten paylaştırma savunmasının, ancak mirasçılar arasında söz konusu olabileceği ve davalının da mirasçı olmadığı dikkate alındığında bu savunmaya değer verilemeyeceği; miras bırakan tarafından yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı olarak yapıldığı anlaşıldığından, davanın kabulü gerektiğine değinen bozma ilamına uyulması gerekirken, direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 10.06.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.
1. Hukuk Dairesi 2021/1333 E. , 2021/5926 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL, TAZMİNAT
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince de davalıların istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, olayda 01.04.1074 tarih 1/2 İBK uygulanmayacağı, tenkis talibe de bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan …’nın maliki olduğu 465 parsel sayılı taşınmazın mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı …’a devredildiğini, temlik tarihinde mirasbırakanın yaşlı ve felçli olduğunu, sorulan sorulara mantıklı ve makul cevaplar veremediğini, zaman zaman hafıza kaybı yaşayarak geçmişi hatırlamadığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, olmazsa bedele karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı …, taşınmazı …’dan satın aldığını, maddi durumunun yerinde olduğunu, iyiniyetli olduğunu, taşınmaza yaklaşık dört yılda yatırımlarda bulunduğunu ve şeftali fidanları ekip yetiştirdiğini, davalı … ise, mirasbırakanın 2003 yılında kısmi felç geçirerek kendi işini göremez hale geldiğini, mirasbırakana baktığını, mirasbırakanın davacılara bir çok maddi yardım yaptığını, mirasbırakanın minnet ve sevgi duyduğundan dava konusu taşınmazı satılığa çıkardığını, alıcı …’ın satış bedeli olarak 90.000 TL ve bir daireyi kendisine verdiğini, muvazaanın söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
İlk derece Mahkemesince, temliğin muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince de davalıların istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, işlem elden bağış niteliğinde olduğundan 01.04.1074 tarih ½ İBK’nın uygulanmayacağı, tenkis talebi de bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’nın 15.10.2011 tarihinde ölümü ile geriye çocukları davacılar Melek ve Rahmiye ile davalı …’nin mirasçı olarak kaldığı, dava konusu 465 parsel sayılı 10.250 m2 miktarlı şeftali bahçesi nitelikli taşınmazın mirasbırakan tarafından 19.01.2011 tarihinde 1500 TL bedelle dahili davalı …’a devredildiği, onun da 24.09.2012 tarihinde 5.700 TL bedelle davalı …’a devrettiği anlaşılmaktadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak mahkemeye aittir.
Eldeki davada, iddianın ileri sürülüş biçimi, dava ve cevaba cevap dilekçelerinin içeriği birlikte değerlendirildiğinde; davacının, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.4.1990 gün ve 1990/1–152, 1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir ve dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. Maddesi, şahsın hak elde edebilmesini, borç (yükümlülük) altına girebilmesini, fiil ehliyetine bağlanmış, 10. maddesi de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de ye almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nın 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.06.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünden hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme imkanı yoktur.
Hal böyle olunca, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek ve önemine binaen öncelikle incelenmesi, varsa mirasbırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesi, temlik tarihinde mirasbırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetli olması halinde muris muvazaası hukuksal nedenine göre değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturmayla yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davacıların temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nin 371/1-a maddesi gereğince Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK’nin 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edenlere geri verilmesine, 21/10/2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.
1. Hukuk Dairesi 2021/200 E. , 2021/6716 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : … BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 2. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ :TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulü ile kısmen reddine dair verilen kararın istinaf edilmesi üzerine; … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesince, davacının istinaf isteminin HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca esastan reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’nun raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuki nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakanı …’ın … ada … parsel sayılı taşınmazda 3/4 payının tamamını mirasçılardan mal kaçırmak amacı ile muvazaalı olarak oğulları olan davalılara devrettiğini ileri sürerek, taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı …, geliri olmayan mirasbırakanın icra borçları olduğunu, tüm icra borçlarını kendisinin ödediğini, mirasbırakanın davacıya da 1/4 payını devrettiğini, mirasbırakan ile kendisi ve davalı …’ın ilgilendiğini belirterek davanın reddini savunmuş, diğer davalı davaya cevap vermemiş ve duruşmalara katılmamıştır.
İlk Derece Mahkemesince, davalı …’a yapılan devrin mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olduğu, davalı …’e yapılan temlik karşılığında satış bedelinin ödendiği gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile kısmen reddine dair verilen kararın istinaf edilmesi üzerine; … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesince, davacının istinaf isteminin HMK’nın 353/1.b.1. maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’nın 21.04.2017 tarihinde öldüğü, geride 2006 yılında ölen kızı …’den olma torunu davacı … ile davalı oğulları … ve …’ün mirasçı olarak kaldığı, mirasbırakanın … ada … parseldeki 2/4 payını davalı oğlu …’e 30.03.2013 tarihinde, kalan 1/4 payını da davalı oğlu …’a 10.04.2013 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği kayden sabittir.
Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237., (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ile durumun aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; davacı ile davalı … arasında 07.01.2007 tarihinde dava konusu taşınmaza ilişkin olarak tartışma yaşandığı, bunun üzerine mirasbırakanın davacıyı tüfek ile ateş etmek suretiyle yaraladığı, … Asliye Ceza Mahkemesinin 2007/29 Esas, 2009/181 Karar sayılı kararı ile mirasbırakan ile davalı …’ın TCK’nın 86/2 maddesi uyarınca cezalandırılmalarına ve hükmün açıklanmasının geriye bırakılmasına karar verildiği, davacının … Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/273 Esas sayılı dosyasında yaralama eylemi nedeniyle mirasbırakana karşı tazminat davası açtığı, mirasbırakanın 15.11.2011 tarihinde dava konusu taşınmazdaki 1/4 payını davacıya devrettiği, davacının da 25.11.2011 tarihinde anılan tazminat davasından feragat ettiği ve davanın feragat nedeniyle reddedilerek kesinleştiği, dinlenen tanıkların beyanlarına göre mirasbırakanın dava konusu taşınmazdaki 1/4 payını davacıyı yaraladığı için açılan tazminat davasından feragat etmesi için temlik ettiği anlaşılmakta olup, her ne kadar davalı …, taşınmazdaki 2/4 payın mirasbırakanın borçlarını ödemesi karşılığında devredildiğini savunmuş ise de davacı ile mirasbırakan arasındaki husumet ile taşınmazın değeri ve ödendiği ileri sürülen borcun miktarı göz önüne alındığında mirasbırkanın, davalı …’e yaptığı temlikteki asıl irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğu sonucuna varılmaktadır.
Hâl böyle olunca; davanın davalı … yönünden de kabulüne karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde hataya düşülerek davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığı gibi, davalı …’a yönelik açılan davada, taşınmazın davacının miras payı oranında iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesine rağmen, hükümde davacının miras payı açıkça belirtilmeksizin veya veraset ilamına atıf yapılmaksızın infazda tereddüt oluşturacak şekilde tescil kararı verilmesi de doğru değildir.
Davacı vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 371/1-a maddesi uyarınca … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesinin kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 HMK’nin 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren … Asliye Hukuk Mahkemesine, kararın bir örneğinin … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.11.2021 tarihinde kesin olmak üzere karar verildi.