Boşanma, Türk Medeni Kanunu’nun 161 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. Boşanma ile evlilik birliği TMK’nın ilgili maddelerinin saydığı sebeplerle ve mahkemenin vereceği karar neticesinde sona erer. Eşler aralarında boşanma konusunda ortak iradeye varmışlarsa anlaşmalı boşanma gündeme gelir. Buna karşılık eşler boşanma yönünde ortak bir iradede birleşememişlerse çekişmeli boşanma ortaya çıkacaktır.
Boşanma Nedenleri
Genel boşanma nedeni olan evlilik birliğinin sarsılması TMK m.166 hükmünde düzenlenmiştir. Özel boşanma nedenleri ise TMK m.161-165. Maddeleri arasında; zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme, terk ve akıl hastalığı olmak üzere tahdidi olarak sayılmıştır.
Boşanma Davasında Yetkili Mahkeme
Türk Medeni Kanunu m.168 gereği Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.
Boşanma Davasında Kişilik Hakkının İhlali Ve Manevi Tazminat
Türk Medeni Kanunu’nun 174. maddesine göre boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir. Bu hükümle manevi tazminat isteyebilmenin bir şartı olarak kişilik hakkının ihlal edilmiş olması öngörülmüştür. Manevi tazminat istenebilmesi için başka birtakım şartlara da ihtiyaç vardır. Bunlar; manevi tazminat yönündeki talebin varlığı, talepte bulunulan tarafın kusurunun bulunması, talepte bulunan tarafın kusuru olsa bile diğer tarafa nazaran daha az oranda kusurlu olması, kişilik hakkına yönelik zarar ile boşanma arasında illiyet bağının bulunmasıdır.
Bu bağlamda manevi zarar; kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın boşanmaya sebep olan vakalar nedeniyle elem, ızdırap, keder hissetmesidir. Zarara konu olan eylemin bizzat diğer eş tarafından yapılması veya ihmal suretiyle bu hareketin engellenmemesi gerekir.
Ayrıca Türk Medeni Kanunu m.178 hükmüne göre Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.
Manevi tazminatın miktarının tespiti elem, ızdırap ve keder gibi soyut konularla ilgili olması nedeniyle güç olabilmektedir. Bu hususta Yargıtay, tarafların ekonomik durumları, kusur dereceleri gibi etkenlerin de göz önünde tutulması gerektiğine hükmetmiştir.
Yargıtay Kararları
2. Hukuk Dairesi 2015/9722 E. , 2016/883 K.
“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı kadın tarafından erkeğin kabul edilen davası, kusur belirlemesi, tazminatların miktarı ve nafakalar yönünden; davalı-karşı davacı erkek tarafından ise kadının kabul edilen davası, kusur belirlemesi, tazminatlar ve iştirak nafakası yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 19.01.2016 günü temyiz eden davalı-davacı … vekili Av. … ve karşı taraf temyiz eden davacı-davalı … vekili Av…. geldiler. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
1-Davalı-karşı davacı erkek kadının kabul edilen boşanma davasına yönelik temyiz itirazından 27.04.2015 tarihli dilekçesi ile feragat ettiğinden bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının feragat nedeniyle reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı erkeğin ve davacı-karşı davalı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
3-Boşanmada manevi tazminatın amacı, boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan tarafın, bozulan ruhsal dengesini telafi etmek, manevi değerlerindeki eksilmeyi karşılamaktır. Onun için, kişilik haklarını ihlal eden fiille, tazminat miktarı arasında makul bir oranın bulunması gerekir. Bir tarafın zenginleşmesine yol açacak sonuçlar doğurur miktarda manevi tazminat takdiri, müesseseyi amacından saptırır. Hakim, tazminat miktarını saptarken, bir yandan kişilik hakları zedelenen tarafın, ekonomik ve sosyal durumunu ve boşanmada kusuru bulunup bulunmadığını ve varsa kusur derecesini, fiilin ağırlığını; öbür yandan da, kişilik haklarına saldırıda bulunanın kusur derecesini, ekonomik ve sosyal durumunu göz önünde bulundurmak zorundadır. Açıklanan ilkeler gözetildiğinde davacı-davalı kadın yararına takdir edilen manevi tazminat miktarı, ölçülülük ilkesine uygun olmayıp fazla bulunmuştur. Türk Medeni Kanununun 4. maddesinde yer alan hakkaniyet ilkesi gözetilerek daha uygun miktarda tazminat takdiri gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
4-Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına (TMK md.186/1), geçimine (TMK md.185/3), malların yönetimine (TMK md. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK md.185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (re’sen) almak zorundadır (TMK md.169). O halde; Türk Medeni Kanununun 185/3. ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere yargılama sırasında anne yanında bulunan çocuk yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
5-Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına (TMK md.186/1), geçimine (TMK md.185/3), malların yönetimine (TMK md. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK md.185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (re’sen) almak zorundadır (TMK md.169). O halde; Türk Medeni Kanununun 185/3. ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere davacı-davalı kadın yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
SONUÇ:Temyiz edilen hkümün yukarıda 3, 4 ve 5. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, davalı-davacı erkeğin kadının davasına yönelik temyiz itirazlarının yukarıda l. bentte gösterilen sebeple REDDİNE, hükmün temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, taraf vekilleri duruşmaya geldiklerinden duruşma için takdir olunan 1350.00 TL. vekalet ücretinin Şeref’ten alınıp İpek’e verilmesine ve 1350.00 TL. vekalet ücretinin de İpek’ten alınıp Şeref’e verilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 19.01.2016 (Salı)
4. Hukuk Dairesi 2016/9551 E. , 2017/1358 K.
“İçtihat Metni”
Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 12/09/2013 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine yapılan yargılama sonunda; Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen 24/11/2015 günlü kararın Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davalı … vekili , duruşmasız olarak incelenmesi de davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, daha önceden belirlenen 14/02/2017 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davalı vekili Avukat … ile karşı taraftan davacı vekili Avukat … geldi. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hâkimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kâğıtlar incelenerek gereği düşünüldü.
1-Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davalının temyiz itirazlarına gelince;
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istem kısmen kabul edilmiş, karar taraflar vekillerince temyiz edilmiştir.
Davacı, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşi ile birlikte olduğunu, davalının eylemlerinin kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğunu iddia ederek, uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalı, davacının iddialarını kabul etmediğini belirterek, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan delillere göre davalının, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olduğu hususu sabit görülerek davanın kısmen kabulü ile davacı yararına manevi tazminata hükmedilmiştir.
TMK’nın 185. maddesine göre, “Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler birlikte yaşamak, birbirlerine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.” Aynı Kanun’un 174. maddesine göre de, “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.”
Evlenmeyle eşler arasında kurulan aile birliğinin taraflara yüklediği ödevlerin ihlali veya yerine getirilmemesi durumunda bu yükümlülüğü yerine getirmeyen eş yönünden Türk Medeni Kanunu’ndaki sonuçları, boşanma ve boşanma sebebi olması durumunda, bu olaylar yüzünden kişilik haklarının saldırıya uğraması halinde manevi tazminat talep edilebileceğidir.
BK’nın 41 (TBK 49) maddesine göre, kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Yine BK’nın 49. (TBK.58) maddesinde “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.” Haksız fiile dayalı bir borcun doğabilmesi için, hukuka aykırı bir fiil bulunmalı, fiili işleyenin kusuru olmalı, sonuçta bir zarar doğmalı, zarar ile işlenen fiil arasında da uygun nedensellik bağı bulunması gerekir.
Somut olaya gelince, davalının ve dava dışı eşin davacıya yönelik ve bütün olarak aldatma mahiyetindeki davranışlarının manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğinin tartışılması gereklidir.
Yukarıda incelenen yasa maddeleri uyarınca, davacının dava dışı eşinin TMK’nın evlenmeyle eşe yüklediği ödevler arasında bulunan sadakat yükümlülüğünü ihlali nedeniyle, Kanunu’nun 185. ve 174. maddeleri uyarınca boşanma sebebi ve istek halinde manevi tazminatı gerektirir nitelikte olduğu kuşkusuzdur. TMK’daki düzenleme, dava dışı eşin evlenme ile kurulan aile birliğinin tarafı olması sıfatından kaynaklanmaktadır. Zira dava dışı eş kendi iradesi ile bu birliğin tarafı olmayı kabul etmiş ve yasanın kendisine tanıdığı hak ve yükümlülükler altına girmiştir.
Davalının eyleminin manevi tazminatı gerektirip gerektirmeyeceğine gelince, davalının doğrudan davacının bedensel veya ruhsal bütünlüğüne yönelik hukuka aykırı bir fiilde bulunduğundan söz edilemez. Söz konusu Kanun’da yükümlülüğünü ihlal eden eşin eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişiler yönünden herhangi bir düzenleme getirilmemiştir.
Dava konusu eylemin gerçekleştiği tarih itibariyle yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerinin de uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Zira, söz konusu Kanun’un 50. maddesinde haksız fiil nedeniyle müteselsilen sorumluluğuna gidilebilecekler gösterilmiştir. Yukarıda açıklanan yasal duruma göre, davalı zararın meydana gelmesinden asli olarak sorumlu tutulamaz. Yine Kanun hükmünün aradığı anlamda iştirak hali de söz konusu olamaz. Zira iştiraken işlenebilir bir eylemin varlığının kabul edilebilmesi için, eylemin müstakilen ve asli olarak da işlenebilir olması gerekir. Ayrıca haksız fiil sorumluluğunu, geniş ve belirsiz bir kavram olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmeye iştirak çerçevesinde değerlendirmek, bu sorumluluğu belirsiz hale getirecektir.
Açıklanan nedenlerle, BK’nın 49. (TBK.58) maddesine göre, davalının eylemi, davacının kişilik değerlerine saldırı oluşturacak nitelikte bir eylem olarak kabul edilemez. Mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacının manevi tazminat isteminin tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (2) sayılı bentte gösterilen nedenlerle davalı yararına BOZULMASINA, davacının temyiz itirazlarının ise ilk bentte gösterilen nedenlerle reddine ve davalı yararına takdir olunan 1.480,00 TL duruşma avukatlık ücretinin davacıya yükletilmesine, davalıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 06/03/2017 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2019/811 E. , 2022/642 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin taraf olduğu Ankara 4. Aile Mahkemesinin 2013/1427 E. sayılı boşanma davasında diğer eşi vekil olarak temsil eden davalının 21.06.2011 tarihli duruşma sonrasında davayı şahsileştirerek “Sen istenmiyorsun artık, sen ne gurursuz kadınsın, utanmıyor musun da mahkemeyi uzatıyorsun, boşanmıyorsun” şeklinde sözler sarf ettiğini, 20.09.2011 tarihli duruşmada ise müvekkiline “terbiyesizce yalan söylüyorsun” dediğini, Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/328 E., 2013/130 K. sayılı dosyasında yapılan yargılamada davalının bu söylemlerinin hakaret teşkil ettiği gerekçesiyle adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiğini, bir avukat olan davalının sarfettiği bu sözlerin savunmadan uzak, maksadını aşar mahiyette ve müvekkilinin kişilik haklarını zedeler nitelikte olduğunu ileri sürerek 50.000TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesinde; zamanaşımı def’îsi ileri sürdüğünü, dava konusu ifadeleri söylemediğini, davacının boşanma davasını uzatmak amacıyla dava dışı eşini temsil eden avukatlara karşı asılsız suçlamalarda bulunduğunu, hakaret etmemiş olmasına rağmen özür dilediğini belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 15.04.2015 tarihli ve 2013/554 E., 2015/168 K. sayılı kararı ile; davalının davacıya karşı her iki hakaret olayını gerçekleştirdiğinin yargılama sırasında ve ceza davasında dinlenen tanık beyanlarından anlaşıldığı, Ankara Barosunun verdiği disiplin cezasının kapsamı itibariyle de davaya konu hakaret olaylarının gerçekleştiği sonucuna varıldığı gerekçesiyle davalının 20.09.2011 ve 21.06.2011 tarihlerinde davacıya karşı gerçekleştirdiği hakaret eylemlerinden dolayı ayrı ayrı 4.000TL olmak üzere toplam 8.000TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 18.12.2017 tarihli ve 2015/13781 E., 2017/8394 K. sayılı kararı ile; “…Dava, kişilik haklarına saldırıdan dolayı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı; boşanma aşamasında olduğu eşinin avukatı olan davalı tarafından, aile mahkemesinde görülen davanın 21/06/2011 tarihli duruşması sonrasında kendisine hakaret edildiğini 20/09/2011 tarihli duruşmada yaptığı hakaretin ise, duruşma tutanağına da geçirildiğini belirterek oluşan manevi zararının tazmini isteminde bulunmuştur.
Davalı; davanın zamanaşımına uğradığını, davacının boşanma davasını uzatmak amacıyla haksız olarak hareket ettiğini, davacıya hakaret etmemesine rağmen kendisinden özür dilediğini belirterek, haksız davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davalının söylediği sözlerin, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturduğu kabul edilerek manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
İddia ve savunma hakkının üstünlüğü ilkesi gereğince, davanın görülmesi sırasında tarafların avukatlarının mahkemeye sundukları dilekçeler, deliller veya yaptıkları açıklamalar savunma sınırlarını aşmadığı takdirde, haksız eylem olarak nitelendirilemez.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davaya konu olan sözlerin, davalı tarafından, müvekkilinin boşanma davasında ve yargılama sırasında söylenen sözler olduğu anlaşılmış olup, TBK’nın 58. maddesi gereğince davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde değildir. Bu durumda, mahkemece manevi tazminat isteminin reddedilmesi gerekirken, kısmen kabulüne karar verilmesi doğru olmamış ve kararın bozulmasını gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozma nedenine göre davacının temyiz itirazları incelenmeksizin hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
9. Ankara 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 22.02.2019 tarihli ve 2018/661 E., 2019/81 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşanma aşamasında olduğu eşinin avukatı olan davalının davacı için kullandığı ve davaya dayanak yapılan sözlerin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı; buradan varılacak sonuca göre davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
17. Dava konusu sözlerin söylendiği tarihte yürürlükte bulunan ve somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
18. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
19. Görüldüğü üzere BK’nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
20. Bu aşamada “iddia ve savunma dokunulmazlığı” kavramlarına değinmekte fayda bulunmaktadır.
21. Anayasa’nın 36. maddesi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde ceza verilemez” şeklindeki 128. maddesi ile iddia ve savunma dokunulmazlığı anayasal ve yasal teminat altına alınmıştır. Her hakta olduğu gibi iddia ve savunma dokunulmazlığı da sınırsız olmayıp, madde devamında, “Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerektiği” bildirilmiştir.
22. Söz konusu madde ile her ne kadar dokunulmazlığın kullanımına şekil, yer ve ölçülülük yönünden sınırlama getirilmiş olsa da maddi gerçeklerin iddia ile savunmanın çarpışması sonucu ortaya çıkacağı dikkate alındığında bu sınırlamaların mümkün olduğunca dar yorumlanması gerekmektedir. Yargılama esnasında kullanılan ifadelerin ve eleştiri hakkının makul olmayan ölçüde sınırlandırılmasının Anayasa’nın 36. maddesi altında güvence altına alınan hakların gereğince yerine getirilmesini engelleyeceği unutulmamalıdır. Yargının işleyişine halel getirmemek adına davanın tarafları herhangi bir müeyyide veya ceza tehdidi altında kalmamalıdırlar (Kenan Gül, B. No: 2015/17892, 19.02.2019, § 45-46).
23. Anayasa’nın ve TCK’nın kabul ettiği esasa göre, iddia ve savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle olmalıdır. İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden uzak olarak kullanılması esastır. Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvurular ile bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, başvuru veya dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasa’nın öngördüğü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak başvuru veya dava sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında hiçbir olumlu etkisi olmayan iddialarda bulunulmasında veya yazı ve sözlerin kullanılmasında meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırı aşılmış olur.
24. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; Ankara 4. Aile Mahkemesinin 2010/1019 E. sayılı boşanma dosyasında davacının eşinin avukatı sıfatıyla görev yapan davalının, 21.06.2011 tarihli duruşma sonrasında mahkeme salonu dışında davacıya karşı “Sen istenmiyorsun artık, sen ne gurursuz kadınsın, utanmıyor musun da mahkemeyi uzatıyorsun, boşanmıyorsun” şeklinde sözler sarf ettiği, ardından bir sonraki 20.09.2011 tarihli duruşmada hâkim huzurunda “terbiyesizce yalan söylüyorsun” dediği, bu söylemler üzerine davacının avukat olan davalıyı şikâyet ettiği, Ceza Mahkemesince her iki söylem sebebiyle hakaret suçunun oluştuğu sabit görülerek davalı hakkında adli para cezasına hükmedildiği ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, verilen karara itirazın reddedilmesi ile kararın 18.04.2013 tarihinde kesinleştiği, ayrıca davalı hakkında Ankara Barosu tarafından bu söylemler nedeniyle yapılan şikâyetten dolayı da hakaret ve disiplin suçu oluşturduğu gerekçesiyle uyarma cezası verildiği anlaşılmaktadır.
25. Öncelikle belirtmek gerekir ki, davalı tarafından davacıya karşı boşanma davasının yargılaması esnasında 21.06.2011 tarihli duruşma sonrası ve 20.09.2011 tarihli duruşma sırasında davacının iddia ettiği yukarıdaki paragrafta belirtilen sözlerin söylendiği hususunda mahkeme ile Özel Daire arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. İhtilaf söylenen sözlerin kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olup olmadığı noktasındadır.
26. Bu durumda; davalının gerek duruşma esnasında gerekse de duruşma sonrasında kullandığı ifadelerin davacıyı küçük düşürücü nitelikte olduğu, öte yandan davalının vekil olduğu boşanma davasında yapılan yargılama sırasında bu sözleri kullanmaksızın iddia ve savunma yapmasının da mümkün olduğu göz önünde bulundurulduğunda iddia ve savunma sınırları içerisinde değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla davacının kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği sonucuna varılmıştır.
27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; avukat olan davalı tarafından boşanma davası esnasında davacıya karşı söylenen sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığı, her ne kadar disiplin soruşturması ve ceza davasında hakaret olduğu kabul edilmişse de disiplin kararı ve ceza yargılamasında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararın görülmekte olan eldeki davayı bağlamayacağı, söylenen sözlerin hakaret teşkil etmediği gibi kişilik haklarına saldırı teşkil eder nitelikte olmadığı, bu nedenle direnme kararının Özel Daire bozma kararındaki gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ile yine avukat olan davalının 21.06.2011 tarihli duruşma sonrası mahkeme salonunun dışında söylediği sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kalmadığı, hakaret içerdiğinden kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği, ancak 20.09.2011 tarihli duruşmada söylenen sözlerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında kaldığı, bu nedenle kişilik haklarına saldırı teşkil etmediği, dolayısıyla sadece ilk söylem yönünden manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden bu yönüyle direnmenin uygun olduğu, ikinci söylem bakımından ise Özel Daire bozma kararındaki gerekçe gibi bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
28. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup yerindedir.
29. Dava tarihi 28.11.2013 olmasına rağmen direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 06.12.2013 olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
30. Ancak, Özel Dairece diğer temyiz itirazları yönünden bir inceleme yapılmadığından buna ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olduğundan, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.05.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
Hukuk Genel Kurulu 2017/1426 E. , 2018/1789 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Aksaray 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.09.2013 tarihli ve 2012/551 E. 2013/705 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 30.10.2014 tarihli ve 2013/19037 E., 2014/14130 K. sayılı kararı ile;
(…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Diğer temyiz itirazlarına gelince;
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeni ile manevi tazminat ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istem reddedilmiş; karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, resmi nikahlı eşinin davalı ile kendisini aldattığını, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde eşi ile ilişkiye girmesi eyleminin kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu ayrıca kendisine hakaret ettiğini iddia ederek uğradığı manevi zararın ödetilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalı, davacının iddialarını kabul etmediğini, aksi düşünülse dahi, davacıya karşı sadakat yükümlülüğü bulunanın eşi olup davanın da ona yöneltilmesi gerektiğini, kendisine dava açılamayacağını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacının halen eşi ile birlikte yaşıyor olması, eşinin davalı ile ilişkisini öğrenmesinden çok sonra bu davanın açılmış bulunması, manevi tazminatın cezalandırma aracı olamayacağı davacının dava açmakta samimi olmadığı, hakaret iddiası hakkında ise hakaretin gıyapta olup ihtilat unsuru gerçekleşmediği anlaşıldığından suç teşkil etmemesi nedeni ile davanın tümden reddine karar verilmiştir.
Dosya arasındaki bilgi, belge ve tanık beyanlarından, davalının davacının eşi ile, evli olduğunu bilerek ilişkiye girdiği, eşinin davacıya karşı sadakat yükümlülüğü bulunduğu, davalının da eşin eylemine bilerek iştirak ederek davacının zarar görmesine neden oldukları anlaşılmaktadır.
818 sayılı BK’nın 50 ve 51. maddelerine göre, haksız eylemin ve bunun sonucunda doğan zararın birden fazla kişi tarafından meydana getirilmesi durumunda zarar gören dilediği takdirde eyleme katılanların birisinden, birkaçından veyahut tamamından zincirleme olarak sorumlu tutulmalarını isteme hakkına sahiptir. Aynı hüküm 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanununun 61. maddesinde de tekrar edilmiştir.
Şu durumda, davalı ile dava dışı eşin birlikte neden oldukları zarar nedeni ile davacının zarar verenlerin tümüne birlikte dava açma zorunluluğu bulunmadığından, halen eşi ile birlikte yaşıyor olması nedeni ile dava açmakta samimi olmadığı biçimindeki gerekçe ile istemin reddi isabetli olmamıştır. Davalının davacının eşi ile bilerek birlikte yaşaması eyleminin davacının aile bütünlüğüne yönelik saldırı niteliğinde olması nedeni ile davacı yararına uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinden kararın bozulması gerekmiştir…)
gerekçesiyle oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, haksız eylem nedeniyle kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin, eşi Kamuran ile yaklaşık 26 yıl önce evlendiklerini, evliliklerinden iki çocukları olduğunu, ancak eşinin müvekkilini davalı ile aldattığını, bunun üzerine eşi aleyhine zina nedeniyle boşanma davası açtığını, davalının eyleminin müvekkilinin manevi şahsiyetine yapılan bir saldırı olduğunu, hem müvekkilinin eşiyle zina yaparak hem de müvekkiline hakaret ederek onurunu kırdığını ileri sürerek 50.000,00TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; müvekkilinin oğlunun geçirdiği kaza nedeniyle uzun süre komada kaldığını, davacının eşi Kamuran’ın ameliyat nedeni ile müvekkiline maddi yardımda bulunduğunu, bu yardımdan sonra Kamuran ile müvekkili arasında insani ilişkilerin geliştiğini, ancak aralarındaki ilişkinin duygusal ya da cinsel bir ilişki olmadığını, davalının davacının eşi Kamuran’ın evli olduğunu dahi bilmediğini ve davacıyı tanımadığını, hiçbir ortamda birlikte olmadığını, davacıya hakaret ettiği iddialarının doğru olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davacının…. ile hâlen evli olduğu, evlilikleri sırasında davacının eşi olan….’un davalı ile görüşerek zina yaptığı ve bu nedenle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı iddia edilmiş olup, yerleşik Yargıtay içtihatları uyarınca bir kişinin evli olduğunu bilen başka bir kişinin buna rağmen evli olan kişiyle ilişki kurması hâlinde bu durumun haksız fiile sebep olacağı ve tazminat ödemesini gerektireceği benimsenmiş ise de, davacının eşi ile birlikte yaşamaya devam ettiği, uzun bir süreden beri eşi başka bir kadınla görüşüyor olmasına rağmen davacının üzerinden çok zaman geçtikten sonra iş bu davayı açtığı, dolayısıyla davacının bu davayı açmakta samimi olmadığı kanaatiyle manevi tazminat koşullarının oluşmadığı, ayrıca davacı davalı tarafından kendisine gıyapta hakaret edildiğini iddia ederek bu nedenle de manevi tazminat talebinde bulunmuş ise de davacıya davalı tarafından gıyapta hakaret edildiğine ilişkin yalnızca tanık …’ın beyanlarının bulunduğu, buna ilişkin başkaca bir tanığın bulunmadığı, oysa TCK’nın 125. maddesi uyarınca gıyapta hakaret suçunun oluşabilmesi için en az 3 kişinin buna şahit olması gerektiği, haksız fiil sorumluluğunun şartlarından birisinin hukuka aykırılık ilkesi olduğu, dolayısıyla suç oluşturmayan bir eylem yönünden hukuka aykırılıktan söz edilemeyeceğinden hakaret iddiası yönünden de manevi tazminat koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle oy çokluğuyla bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki karardaki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun önüne gelen uyuşmazlık, evlilik birliği devam ederken, davacının eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalının bu eylemi nedeniyle davacının manevi tazminat isteminde bulunup bulunamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Direnme kararının temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunca, 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı içtihadı birleştirme kararı ile “Evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağına” karar verilmiştir.
Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede, anılan içtihadı birleştirme kararının eldeki uyuşmazlığa etkisi tartışılıp değerlendirilmiştir.
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun “İçtihadların birleştirilmesini istemek yetkisi ve bağlayıcılığı” başlıklı 45. maddesinde;
“İçtihadların birleştirilmesini Birinci Başkan doğrudan doğruya veya Yargıtay dairelerinin veya genel kurulların verdikleri karar sonucunda veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bizzat yazı ile başvurması halinde, ilgili kuruldan ister. Bu istemlerin gerekçeli olması zorunludur.
Diğer merci veya kişilerin gerekçe göstererek yazılı başvurmaları halinde, içtihadı birleştirme yoluna gitmenin gerekip gerekmediğine Birinci Başkanlık Kurulu karar verir. Bu karar kesindir.
İçtihadı birleştirme kararlarının değiştirilmesi veya kaldırılmasının istenmesi de yukarıdaki usule bağlıdır.
İçtihadı birleştirme görüşmeleri, alınmış olan ilke kararları çerçevesinde yürütülür ve kararları yazılır.
İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.
İçtihadı birleştirme kararlarının niteliğini açıkça belirten özeti, kararın verilmesini izleyen en kısa zamanda Adalet Bakanlığına bildirilir. Adalet Bakanlığı bütün adliye mahkemelerine ve Cumhuriyet savcılıklarına bu kararları gecikmeksizin duyurur.
İçtihadı Birleştirme Kurulları, genel kurulların veya dairelerin kararlarındaki gerekçe ve görüşlerle bağlı olmaksızın sorunu başka bir görüşle karara bağlayabilirler.”
Hükmü yer almaktadır.
Bu yasal düzenleme gereğince içtihadı birleştirme kararlarının benzeri hukuki konularda, Yargıtay genel kurulları, daireleri ve adliye mahkemeleri için gerekçeleri ile açıklayıcı, sonucu ile bağlayıcı olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
Tüm bu açıklamalar, yasal düzenlemeler ve 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı içtihadı birleştirme kararı ışığında somut olay incelendiğinde;
Davacının dava dışı eşi ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalının bu haksız eyleminin, davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu iddiasıyla manevi tazminat talep edildiği anlaşılmaktadır.
Davacının dava dilekçesinde manevi tazminat istemine dayanak olarak gösterdiği maddi olgular; evlilik birliğinin devamı sırasında davacının dava dışı eşi tarafından sadakat yükümlülüğünün ihlali niteliğindeki eylemini birlikte gerçekleştirdiği kişi olan ve evlilik birliğinin tarafı olmaması nedeniyle üçüncü kişi konumunda olan davalının salt evli bir kişiyle birlikte olmak şeklindeki eylemine ilişkindir. Davalının dava dışı eş ile evli olduğunu bilerek birlikte olmaktan ibaret olduğu anlaşılan eyleminin yanı sıra, davalının davacıya hakaret ettiği de iddia edilmiş ancak yerel mahkemece bu iddia ile ilgili olarak hakaretin gıyapta olup ihtilat unsuru gerçekleşmediğinden hukuka aykırılık unsurunun oluşmaması nedeni ile davanın reddine karar verilmiştir. Özel Dairece davacının bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının reddine karar verilmekle kesinleşen bu husus dışında davalının doğrudan doğruya davacıya yönelik olarak bağımsız, özel ve nitelikli bir kişilik hakkı ihlalinde bulunduğuna dair başka bir iddia bulunmamaktadır. Bu nedenlerle eldeki davanın konusu itibariyle 06.07.2018 tarihli ve 2015/5 E., 2018/7 K. sayılı Yargıtay içtihadı birleştirme kararı kapsamında değerlendirilmesi gereklidir.
Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45/5 maddesi gereğince bağlayıcı olan söz konusu içtihadı birleştirme kararı ile “evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiye karşı diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunamayacağına” karar verilmiş olmakla davacı tarafından üçüncü kişi konumundaki davalı aleyhine açılan manevi tazminat davasının bu gerekçe ile reddine karar verilmesi gerekmektedir.
Şu hâlde manevi tazminat isteminin reddine ilişkin direnme kararı sonucu bakımından yerinde olup yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile onanmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 27.11.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.